banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

     Siyasetin harman olduğu günlerdeyiz. Sohbetlerin önemli bölümü –ister istemez- siyasetle ilgili. Bu da doğaldır.   Çünkü siyaset bir yönetme sanatıdır. Öyleyse her insan siyasetin içindedir.

     Kişinin kendi iradesini, duygularını, inançlarını, parasını, malını, oyunu(iyi yönde) yönetmesi bir siyasettir.

     Yine kişinin ailesini, çocuklarını, kardeşlerini, akrabalarını, kurallara uygun şekilde yönetebilmesi de siyasettendir. Kişi kendine söz geçirebilir, kendini idare edebilir. Lâkin kendisinin dışındakileri sorunsuz, kusursuz idare edebilmesi zordur. Bir şehri hele hele bir ülkeyi yönetmek çok daha zor iştir.

     Ziya Paşa şöyle der;

     “Onlar ki laf ile verirler dünyaya nizamet

       Bin türlü teseyyüb bulunur hanelerinde”

Anlamı şöyledir: İnsanlar “Lâf ile” dünyayı muntazam bir düzen ile yönetirler. Lâkin kendi hanelerindeki noksanlık ve düzensizlikleri gidermeye üşenirler.

     

     Siyaset bir maharet, bir sanat, bir bilgelik işidir ve her yiğidin harcı değildir. Çünkü siyasette eleştiriler acımasızdır. İncitmeden konuşulan bir mesele yok gibidir. Kırıcı kızdırıcı polemikler, hakaretler, aşağılamalar, iftira, karalama kin ve öfkeyi artıran sert söylemler – sanki demokrasinin gereğiymiş gibi- normal görülür maalesef. Sözlerin ölçülüp tartılarak, ahlak süzgecinden geçirilerek söylenmesi vefa, nezaket, hoşgörü gibi değerlerin gözetilmesini beklemek fazla saflık olur.

     

     Bizde maalesef “itaat et, söylenme, sus, dinle ve kabul et” türünde bir siyaset var. Aynı parti içinde, aynı dünya görüşünde olanlar bile farklı tavırlara tahammül gösteremez. Yapılan yapıcı tenkitlerin altında bir kin ve kötü niyet bulunduğu zannedilir. Mahalli idarelerde partinin abisi konumunda olanlar (istisnalar hariç) herkesin kendi emrine amade kılınmasını, şeyhine, hoca efendisine bağlı bir mürid gibi itaat edilmesini ister. Çeker çevirir, beğendiğini beğenmediğiyle değiştirir, azarlar, öteler, tehdit eder, başarısızlığın sebebini de başkalarına yükler. Siyaset bazen siyasetçiyi şirazeden çıkarabilir. Alkışlar, övmeler takdirler kişiyi gururlandırır, biraz da küstahlaştırır.

Emir vermek, verilen buyrukların hemen yerine getirildiğini görmek siyasetçiyi keyiflendirir. Kendisini olduğundan yüksekte görmeye bile başlayabilir. “Lâkin bir seçimlik canı olduğunu” koynundaki emanet mührü teslim ederken anlar.

      Riskli ve zor iştir siyaset. Siyasetçilerin çevresine riyakârlar, jurnalciler, şahsi menfaat devşirmek isteyenler, ikiyüzlüler de sızabilir. Siyasetçiyi en çok zora sokan da bunlardır. Siyasetçi dert kapısı gibidir. Vatandaş işinin tez elden görülmesini bekler. Siyasetçinin vaatleri sağlam olmazsa Hafız Şirazinin durumuna düşebilir. Şöyle ki;

     Tarihin büyük cihangirlerinden biri olan Timur Han, İran’ı alıp ŞİRAZ şehrine geldiği zaman, meşhur şair Hafız Şiraziyi görmek istemiş. Adamlarından birini gönderip davet etmiş. Sıkıntı ve yoksulluk içinde yaşayan Hafız Şirazi huzura götürüldüğü zaman Timur hayret içinde kalmış ve şu soruyu sormuş; “Aman Hafız sen bir şiirinde;

     “Eğer o Şiraz güzeli, benim gönlümü şad ederse, ben onun bir kara benine bütün Semerkant ile Buhara şehirlerini bağışlarım” dediğin halde nasıl böyle fukara ve sefalete düştün?” Şair Şirazi Şöyle cevap verir; “Ben işte o bol keseden yaptığım ihsanlar yüzünden bu hale düştüm.” Bu cevaba kahkahalarla gülen Timur Han şaire birçok ihsanda bulunmuş.

      Siyaseti zorlaştıranlar yine siyasetçilerdir. Siyasette herkes kendi tarafını “hakikatin tek temsilcisi” olarak takdim eder. Kendi görüşünü galip, diğer görüşleri mağlup etmek için iftira, komplo dâhil her yol denenir. Sırf inat olsun diye birinin “ak” dediğine öteki “kara” der. En kötüsü siyaset menfaat üzerine çarkını kurarsa canavarlaşır. Servet, makam, şöhret hırsı insanın gözünü döndürür, öz babasına bile suikast tertip ettirecek kadar bedbahtlaştırır.                         

      Böyle bir olayı tarih, nesillerin ibretine şöyle sunuyor;

       Pir’i Mehmet Paşa (1463 Konya doğumludur) Yavuz Sultan Selim’in takdirini kazanmış ünlü devlet adamlarından birisidir. 1514 de Vezir (Bakan) olmuş, 1518 yılında da Vezir-i Azam (Başbakan)lığa getirilmiştir.

     Yavuz’un ölümünden sonra Kanuni Sultan Süleyman zamanında da vezir-i azamlığı sürdürmüştür. Kendisine güvenilen, problem çözen, sorunlara çare üreten bu büyük devlet adamı ve Osmanlı tarihinin en değerli şahsiyetlerinden Pir’i Mehmet Paşa altmış yedi yaşında emekliye ayrılınca yerine İbrahim Paşa vezir-i azam olmuştur. Mehmet Paşa emekli olsa da Padişah kendisini unutmamıştır. Bütün merasimlere davet ediyor, paşaya hürmetini esirgemiyordu. Padişahın emekli paşaya olan iltifatı, Sadrazam İbrahim Paşayı kıskandırıyordu. “Acaba padişah emekli paşayı tekrar vezir-i azamlığa getirir mi?”. Bu düşünce uykularını kaçırınca ihtiyar paşayı, geride hiçbir iz bırakmadan ortadan kaldırmaya karar verdi.

     Bir ahlaksız katil arandı ve bulundu. Pir-i Mehmet Paşanın öz oğlu idi ve üstelik bir din adamıydı. Edirne kadısı Mehmet Efendi kendisine Kazaskerlik  ( ordu kadısı ve Divan üyeliği) vaat edildi. Bu feci adam, bir makam uğruna kendi öz babasını zehirlemeye razı oldu. Bu hayırsız evlat babasının reçeline zehir koyup tüyler ürpertici suikastı gerçekleştirdi. Hiçbir şeyden habersiz ihtiyar paşa siyasi ihtiraslar uğruna şehit edildi.

     Bu hain evladın akıbeti de nesillerin ibretine şöyle sunuluyor.

     “ Hakkın yerini bulma zamanı gelmiştir. Eskiden beri rakı içmeye alışık olan bu kişinin bir kış gecesi ocak kenarında elbisesi tutuşuyor, sarhoş olarak rakı şişesini su sanıp elbisesine dökünce yağ dökülmüş gibi alevlenip içinde cayır cayır yanarak helak oluyor. Alçalmış bedbaht insanın bu akıbeti İBRET OLA. (Cemal Kutay-Bilinmeyen Tarihimiz-Sayfa:370)

      Siyaset sanıldığı kadar masum değildir. Siyasi rekabet hasımlığa vardırılırsa çok tehlikeli olur. İntikam alınmadan sakinleşilmez. İftira, karalama, tehditle başlar; kışkırtıcılık, komplo ve suikastlara kadar uzanır.

      Rahmetli Menderes’in (halka rağmen) idam edilmesi, Özal’ın zehirlenerek yavaş yavaş ölümü soluması,  Yazıcıoğlu’nun Maraş dağlarının puslu havasında suikaste kurban gitmesi. Ve onlarca faili meçhul cinayetin işlendiği günler herkesin belleğinde.

       Geçmişe bakarak bugünü değerlendirmek gerek. On yıl öncesinin Türkiyesi dün gibi aklımızda. Dindarların hak ve hukukunun ayaklar altına alındığı zamanları yaşadık. Putlaştırılmış bir Lâiklik uğruna partiler kapatıldı. İrtica bahanesiyle inançlı insanlar çirkef yakıştırmalarla yaftalalandı. Rejim bahane edilerek nice hayatlar söndürüldü, ümitler karartıldı.

         Fiziksel ve psikolojik baskılara maruz kalan, üniversite kapılarından geri çevrildiği için tahsilini tamamlayamayan başörtülü evlatlarımızın dramatik öykülerini duymayan kaldı mı? Bir zamanlar milletvekili seçilen bir bayanın –başörtülü meclise geldi diye- c.başsavcısı tarafından evine baskın yapıldı. Milletvekili hanımın hakkı hukuku çiğnendi. Zamanın başbakanı eliyle işaret ederek “ Çıkarın bunu dışarı, burası devlete meydan okuma yeri değildir.” diyerek hak tanımazlığın, azgınlığın, şiddetin en katısı uygulandı. Şimdi herkes her yerde -kamuda, mecliste- özgür. Bugün hayal bile edilemeyen yüzlerce sorun çözüldü. Binlerce canın toprağa düşmesine sebep olan terör ve kürt sorunu da çözülme yolunda. On iki yıl önce uçurumun kenarında olan ülkemiz bugün dünyanın on yedinci büyük ekonomisine sahip.

        Tüm bu sorunlar tehditlere, çelmelere, engellemelere rağmen dirayeti, liyakati, sabrı ve cesareti tartışılmaz olan bir lider tarafından gerçekleştirildi. Erdoğan’ın milli ve dini değerlere bağlı oluşu halkın güven ve takdirini kazandırdı.

        Tarafsız kalmak tavır koymamak mümkün değil. Seçime giderken milletimizin çoğunluğu basiret gözüyle gidişatı seyrediyor, sağduyusuyla olayları değerlendiriyor. Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da olanların bizde de yapılıp ülkemizi –iç ve dış düşmanların- bir kaosa sürükleme niyetlerini seziyor. Müslüman kimliğini ortaya koyarak ilk defa dik duran bir liderin ABD’yi, İsrail’i kızdırdığı biliniyor.

        Lâkin ülkemizde din eğitim ve öğretimi önündeki tüm engelleri kaldıran dindar bir başbakana, dini bir cemaatin “siyasi bir seferberlik” ilan etmesine halkımız kızıyor. Ve başbakanın yolsuzluk yapanlara, hırsızlara göz yuman bir lider olarak takdim edilmesini hazmedemiyor. “İktidar çevresine sızan hırsız ve yağmacıların (varsa) bizzat başbakan tarafından temizleneceğine inanıyor.

        Peygamberimiz (SAV) ve sahabi hayatını en güzel biçimde anlatan, insanların saygı ve takdirini kazanan bir hoca efendiye hiddetle beddua için ellerini semaya kaldırması yakıştırılmıyor. (Keşke o görüntüler ortaya çıkmasaydı) “Dinler arası diyalog” diyerek papalara, rahiplere, hahamlara gösterilen “hoşgörünün” ülkenin yarısının sevgi ve güvenini kazanmış bir liderden niçin esirgendiği sorgulanıyor. Son derece yumuşak bir üsluba sahip olan ve çok kere “siyasetin dışında olduklarını” söyleyenlerin bugün –siyasi bir parti gibi- başbakana en ağır ve tahrik içerikli sözlerle hücum edip onu alaşağı etmeye uğraşılıyor olmasını halkımız kabullenemiyor. “İşin içinde bir iş var” deniyor. Taraflar arasında saflar ayrılmış, konuşmalar öfke yüklü, inanın selamlaşma bile içten değil. Bu kadar kısa sürede bu öfke ve nefret birikimi nasıl oluştu insan hayret ediyor. Başbakan, Türkiye düşmanlarıyla el ele verilip kardeş bildiklerinin ihanet içinde olduklarını söylüyor. Elbet vardır bir bildiği. Çünkü tarih bunun örnekleriyle dolu.

       Roma İmparatoru Sezar, düzenlenen bir suikast neticesi düşmanlarının saldırısına uğramıştı.

       Sezara yapılan suikastte, imparatorun düşmanlarıyla işbirliği yapmış olan can dost, sadık yakını olarak bildiği Brütüs de vardır. Sezar saldırganlar arasında kendine ihanet eden Brütüs’ü de görünce şu ünlü sözünü söyler ve vücudunu düşman hançerlerine teslim eder. “ Sen de mi Brütüs, sen de mi?” (Bilinmeyen Tarihimiz Sayfa:109)

       “Bir de bu badireyi atlatabilsek” dediğimiz birçok badire (musibet) atlatıldı. Hayırlısıyla bu badireyi (musibeti) de atlatırız. Ülkemiz istikrarla yoluna devam eder. 30 Mart’ta milletin hakemliğine başvurulacak. Herkes hak ettiğiyle yüzleşecek. Pir Sultan Abdal’ın dediği gibi;

        “Sen Hakkı yabanda arama sakın  

          Kalbin pak ise Hak sana yakın”

   

 

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.