“Söyle (yahudilere): Cebrâil’e kim düşmansa bilsin ki, Allah’ın izniyle önce gelen kitapları doğrulayıcı, müminler için bir hidayet rehberi ve müjdeci olarak Kur’an’ı senin kalbine indiren odur.” (Bakara-97)
Yahudilerin tahrif edilmiş dini hayatı uhrevi değerler üzerine değil dünyevi ilkeler üzerine kurulmuştur. Öyle ki Allah ile ilişkilerine, peygamberle olan münasebetlerine, melekler ve ahiret ile olan tüm bakış açılarına dünyevi ve çıkarcı bir tasavvur hakimdir. Eğer Allah sevilecekse, kendi kavimlerinin yaratıcısı olduğu için sevilmelidir, Peygamberler sevilecekse kendilerine arzularının istediği şeyleri getirdiği için veya getirmeleri gerektiği için itaat edilmelidir. Melekler sevilecekse onlara yardımı ve mucizevi faydası dokunan Mikail a.s gibileri sevilmelidir. Hasılı insanları sevmeyi bile kendilerine hizmet etme şart ve kaydına bağlayan bir zihniyete sahiptirler.
Bundan dolayı Yahudilerin Cebrail’e (a.s) olan düşmanlığı dini ve ahlaki saiklerle değil, seküler düşünüş ve pragmatist davranıştan dolayıdır. Bazı müfessirlere göre Yahudiler kendilerine dokundurduğu faydalar ve mucizelerden dolayı Hz. Mikail’i seviyorlardı. Ancak kendi tarihsel yürüyüşlerini detaylı anlatan, peygamberlerine karşı takındıkları tutumları gözler önüne seren, nankörlük ve ahde vefasızlıklarınıdile getiren ayetleri getirdiği için elçi olan Hz. Cebrail’e düşmanlık yapıyorlardı. Üstelik vahyin gelmesine aracılık eden Cebrail a.s Yahudilerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarmakla yetinmemiş İsrailoğullarının dışından birine vahyi getirerek kendilerine göre haddini aşmıştı. Öyle ya nasıl olurda böylesine kadim olan bir kavme ve Peygamberler silsilesinin içerisinden yer almalarına rağmen onlara değil de statü olarak kendilerinden aşağı gördükleri bir çobana vahiy geliyordu.
Yahudiler efendimize gelerek Kıyametin alameti, cennet ehlinin yiyeceği, kız ve erkeğin doğma durumu ve Hz. Yakub’un nefsine haram kıldığı yiyecekleri sormuşlardı. Bütün bu soruların cevabını eksiksiz alınca da sana bu bilgileri kim getirdi diye sormuş ve Cebrail cevabını alınca da “İşte o bizim düşmanımızdır” demişlerdi.
Maalesef bu Yahudi tıyneti ve ahlaki bugün Müslümanım diyen toplumları da kıskacına almış durumda. Eğer kendi ırklarına, kendi mezhep, meşrep ve dünya görüşlerine uygun davranılırsa şahısları alır en olmadık yüce makamlara çıkarırlar. Ancak kendilerine hakkı ve sabrı tavsiye eden şahsiyetlere, nezaketen dahi olsa kendilerini uyaranlara, yaptıkları işin ahlaki olmadığını belirten davetçilere düşman kesilirler.
Birde günümüzün meleklere şöyle bir şaşı bakış açısı daha var. Melekler Allah’ın izniyle bereket yağdırdıklarında, yeryüzünü nimete boğduklarında bu materyalist zihin bununla hoşnut olur, övünür ve nimetlerle şımarmaya başlar.Bu kerim meleklerin ikram sahibi Allah tarafından getirdiklerini unutur gaflete düşerler. Ancak deprem gibi, sel gibi, doğal afet vb. yıkımlarda Allah’ın memurları olan meleklere husumet etmeye başlar yıkımların sebebini bu meleklere bağlayıp nefislerini temize çıkarırlar. Buda Yahudi ahlak ve seküler bakış açısının İslam toplumlarına da sirayet ettiğinin acı bir tablosu olarak önümüzde durmaktadır.
Sözün özü ister melekler olsun ister kutluPeygamberler silsilesi olsun veya ister kıyamete kadar gelecek olan davetçiler olsun bizi bize hatırlatanlara, bize hakkı ve sabrı tavsiye edenlere, konjonktüre değil, Allah’ın rızasına çağıranlara, özümüze, kökümüze dönmemiz için gayret sarf edenlere, cebimize göz dikmeyip ecrimiz Allah katındandır diyenlere düşman kesilmek Yahudileşme hastalığıdır. Dini dünyevileştirme, ubudiyeti dünyevi menfaate tahvil etme, hakkın davetçilerine düşman kesilme iflah olmaz ehli kitap marazıdır. Bu virüse kapılmanın işaret ve belirtilerini üzerinde taşıyanlar Kur’an’ın nurdan karantinasına girmeli, sünnet eczanesinden doğal beslenip bu mikropları bedeninden en önemlisi de zihin ve kalp dünyasından atmalıdır. Bunun yolu da Kur’an’ı üzerine alarak okumak ve Efendimizin kutlu siretini, kendi siret ve suretine dönüştürmekle mümkündür.