Kendi meselelerimizin çapı ne olursa olsun, canlı yayınlarda İsrail denen terör devletinin Filistin’de, Gazze’de katliama başladığı 7 Ekim’den beri onları neredeyse aklımıza getirmeyi ayıp görür hala geldik.
Milletçe ortak dert ve elemimiz; mazlum coğrafyalarda özellikle de Gazze’de yeni doğmuş bebekleri bile terörist kabul eden bir mantıkla katletmekten çekinmeyen, bir halkı kendi öz yurtlarında tek canlı bırakmamacasına yok etmeye ayarlı Siyonist barbarlığının, insanlık onurunu ayaklar altına alan Batı destekli eşi benzeri görülmemiş vahşet uygulamaları olmuştu haftalardır, aylardır…
Çünkü ‘Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim!’ diyen Mehmet Akif Ersoy’un İslam ve insanlık adına taşıdığı duyarlılıktan az çok izler vardı nerede bir acı varsa dindirilmeden içi rahat etmeyen merhametli milletimizde. Bu nedenle kanayan yaralara bir nebze olsun merhem olmaya can atarak hah meydanlara çıkıyor, mazlumun kısılan sesi oluyor; kâh yardım gönüllüsü olarak elinden geleni yapmaya çalışıyor düzenlenen kermeslerde. Gün oluyor, oruç tutup bir simit iki zeytinle iftar ederek kardeşlerinin ıstırabına manen ortak olup duaya duruyor yüreklerin burkulup duyguların inceldiği vakitlerde; gün geliyor, bu duyguyla bir dilim ekmeğini, bir damla suyunu yangınların en dehşetlisini yaşayan kardeşleriyle paylaşma arzusuyla tutuşuyor.
Kudüs’te Mescid-i Aksa kapılarında Siyonist dipçiklerine maruz kalarak işkence görüyorsa kardeşleri, keyfi olarak evlerinden çıkarılarak gözaltına alınıyor kurşunlanıyorlarsa masumlar; bizim geniş evlerimizde, rahat koltuklarımızda kendimizi huzurlu hissetmemiz mümkün olmuyordu ne yapsak, nerelere gitsek. Vakıa her şeye rağmen yaşayıp gidiyorduk; lakin mavisini kaybetmiş, neşesi uçup gitmiş bir şeydi işte böyle yaşamak.
***
Defalarca tekrarlanan Haçlı Seferleri Batı’nın din kisveli barbarlığının zirve yapmış örnekleri değilse nedir? İngilizler, Almanlar, Avusturyalılar başta olmak üzere neredeyse tüm Avrupa uluslarının katıldığı bu seferlerde yüz binleri geçen orduların geçip gittikleri mekânlarda taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmama motivasyonuyla hareket ettikleri silinmez kazınmaz şekilde kayıtlıdır tarih kitaplarında.
Papalığın önderliğinde yapılan bu seferlerde uğradıkları şehirlerde yüz binlerce Müslümanı kılıçtan geçirmeleri mesela sadece Kudüs’te yetmiş bin insanı katletmeleri ibadet için olabilir miydi?
Dünden bugüne, bugün Gazze’de yaşananlardan düne bakınca anlıyoruz ki Batı, dün öldürmeyi en büyük ibadet şuuruyla yapmış; bugün de küresel çapta katliamlarını, kitle imha silahlarını belki onlardan daha tahripkâr olan medya gibi enformatik savaş araçlarını kullanarak yapmaya devam etmektedir.
İngilizler, Fransızlar, Amerikalılar neden kendi ülkelinden daha çok meşguldürler Ortadoğu ile, Asya ve Afrika ile? Cevabı belli: Sömürmek için… İşte bu sömürünün altyapısını Oryantalizm denen bir akımla başardıklarını öğrendim Yeni Şafak yazarlarından Yasin Aktay’ın 16 Aralık günü yayımlaman ‘Edward Said Ve Filistin Sorunu’ başlıklı yazısında.
Filistinli Edward Said’in 1978’de çıkan ‘Oryantalizm’ adlı kitabı bütün dünyada geniş yankılar uyandırmış. Cemil Meriç çevirmiş Türkçe’ye. Makalede Edward Said’den yapılan kapsamlı tanım ve değerlendirmeyi okuyunca anladım ki oryantalizm gerçekte Batı’nın Doğu’ya ait her türlü zenginliğini talan edip yağmalamaya hazırlama süreçlerinin tamamına verilen bir isimdir.
“Cemil Meriç’in alıntıladığı şekliyle Said şöyle diyordu: “Doğu, Avrupa’nın maddi kültürünün ve uygarlığının ayrılmaz bir parçasıdır. Oryantalizm, bu uygarlığın kültürel ve ideolojik açıdan değişik bir anlatım şeklidir, değişik bir kelime hazinesi, bir eğitim ve öğretim, kurumlar beraberliği, hayaller ve düşünceler toplamı, doktrinler ve hatta sömürge yönetimi için gerekli bürokrat kadrolar ve yerel yönetim elemanlarıdır oryantalizm. Doğu hakkında ders veren, yazı yazan ve araştırma yapan herkes oryantalisttir. 18. yüzyılın sonu ele alındığında oryantalizm, Doğu’yu konu edinen kurumların tamamı, verilen beyanatlar, takınılan tavırlar, yapılan benzetmeler, bir cins öğreti, yönetim biçimi veya hükümet şeklidir. Bu cins oryantalizm, Batı’nın üstünlük sürdürme taktiği, Doğu üzerinde otorite kurma çabasıdır… Kısaca, oryantalizm, İngiltere ve Fransa’nın Doğu’ya karşı özel bir ortaklığıdır. Bu kelime, hiç olmazsa 18. Yüzyıl başlarına kadar, sadece, Hint kıtasını ve İncil’de adı geçen ülkeleri kapsamına almış bulunuyordu. Fransa ve İngiltere 19. yüzyılın başından İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Doğu’nun Doğuculuğun yegâne egemen güçleri idi. Savaştan bu yana Doğu’da Birleşik Amerika öne geçmiş ve konuya aynen İngiliz ve Fransızların geleneksel görüş açıları ile yaklaşmıştır…. Oryantalizm coğrafi bir ayırım değil, bir seri çıkarlar toplamıdır.”
Said’e göre oryantalizm Doğu hakkında üretilen bilgiyle başlayan bir söylem olarak gelişmeye başlar. Sonra bilgi ile iktidar arasında zorunlu ilişki olduğu şeklinde bir felsefe Batı merkezli bir iktidar yapısının kaynağı yapılır.(Fransız filozof Foucault) ‘Doğu hakkında üretilen bilgi ‘Doğu’yu mistik, gizemli, keşfedilmeyi bekleyen hazineler alanı olarak nesneleştirirken onunla ilgilenen Batılıyı dakâşif, ne arayıp ne istediğini bilen özne’ diye kodlar.
Sadece Doğu hakkında değil, kutsal kitapları dâhil her alanda ve her konuda üretilmiş bilgileri vardır Batının. Bu bilgilerle kendi adlarını bildikleri gibi bildikleri apaçık hakikatlerin üstünü örtmekte mahirdirler. Her türlü tahrifatla fıtratı bozmak, sömürmek, amaçlarına ulaşmak için her yolu kullanmak en iyi bildikleri yöntemlerdir. Şu hale bakın Allah aşkına. ‘Tanrının sana verdiği topraklarda yaşayan tek canlı bırakmayacaksın!’ diye bir Tanrı buyruğu olabilir mi? Ne yazık ki Batılıların onların sınırsız desteğini alan İsrail’in ayaklarını bastıkları her yerde olan budur.
Bu nedenle Haşmet Babaoğlu’nun zaman zaman dile getirdiği eğitim kurumlarımıza ‘Sömürgecilik Tarihi’ dersi konulmalı şeklindeki teklifini çok doğru buluyor, gönülden destekliyorum. Batı gerçek yüzüyle öğretilmiyor.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal/ 18 Aralık 2023