Bundan önceki yazımın başlığı ?Önce Ahlak? idi. Bu yazıda daha çok yaklaşan seçimler dolayısıyla meydanlar ısındıkça siyaset dünyamızı kaplayan; ancak siyasi nezaketten yoksun bir üsluptan duyulan rahatsızlıklardan yakınmış, yaşadığımız birçok mekânda ?Önce Ahlak? dememiz için pek çok neden bulunduğunu dile getirmişim.
İlerleyen günlerde özellikle şehrimizde meydana gelen olaylar bana yıllar önce eğitimci yazar Hasan Yılmaz Hoca?dan dinlediğin bir hikâyeyi hatırlattı, hikâye de bu yazıma temel oldu diyebilirim.
Yani sorunumuz, önceliğimiz ne şu ne bu. ?Önce insan olmak? gerek.
Okul öncesi dönemlerinde göz aydınlığımız çocuklarımızla zaman zaman kurduğumuz iletişimi hatırlayın: Bu masum yavrularımıza onların istikbaliyle ilgili kendimiz veya yakınlarımız tarafından yöneltilen soruların çoğu ? Büyüyünce ne olacaksın? değil miydi? İşte büyüdüler, mühendis, doktor, avukat, öğretmen, bilim adamı oldular. Oldular da sorunlarımız bitti mi? Mesleğinde son derece başarılı olup da rahatından, zevklerinden taviz vermeye yanaşmadığı için ihmal mağduru insanlarımızın hukukları ne olacak peki? Önceki gün Kastamonu?da yaşanan elim olayda şehit edilen polisimize kurşun sıkanlar belki de üniversite düzeyinde eğitim almış insanlardır. Bu milletin cahilinden daha çok okumuş yazmışlarından çektiğinin sayısız örneklerini biliyoruz.
Yani malum hikâyede anlatıldığı üzere ihtisas yaptığı alanda rakip tanımaz pek çok bilim adamı yetiştiriyoruz da adam gibi adam yetiştirme konusunda biraz zayıf kalıyoruz gibi bir düşünceye kapılıyorum zaman zaman.
Hani emrindeki adamları göndererek yaka paça huzuruna getirttiği oğluna : ?Evladım, ben sana ? olamazsın demedim, adam olamazsın dedim.? Diyen köylünün üzüntüsünü arttıran adamlardan bizarız, yoksa görevlerini hakkıyla ifa edenler elbette başlarımızın tacı.
Hasan Yılmaz Hoca, Öğretmemim Lütfen Bu Kitabı Okur Musun adlı kitabının başlangıç kısmında yurt dışında çalışan bir akrabasından dinlediği bir olaya onun anlattığı şekilde yer verir:
ÖNCE NSAN SONRA ? Olmak
? Yurtdışına çalışan bir akrabamdan dinlediğim şu olayı hiç unutamıyorum. Onun anlattığı gibi anlatmak istiyorum.
?Eşimin hamile olduğunu öğrendiğim gün hayatımın en mutlu günüydü. Hemen onu doktora götürmüş, bebeğimizin sağlıklı olması içine yapmamız gerektiğini sormuştum. Adının Pawel olduğunu hatırladığım doktor, sadece o kentte değil bütün ülkede tanınan bir hekimdi. Aynı zamanda cerrahtı ve çok ünlüydü.
Hamilelik süresince aşağı yukarı her ay bir defa gidiyorduk. Söylediklerini harfi harfine uyguluyor, doğum günü yaklaştıkça heyecanımız artıyordu. Bu heyecan içinde eşim doğumdan bir hafta önce doktorumuzun görev yaptığı hastaneye yattı. Son günlerinin bütünüyle doktor denetiminde geçmesini istiyorduk. Ve o gün geldi. Ben doğumhanenin alt katındaki bekleme salonunda mutlu haberi duymak için sabırsızlanıyordum.
Bir süre sonra bir görevlinin bana doğru geldiğini gördüm. ?-Doktor seni görmek istiyor? dedi. 10?15 merdiveni nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Doğum odasının önüne geldiğimde heyecandan ölecek gibiydim. Doktor sakin bir ifade ile ?-Karının normal doğum yapması için çok çaba gösterdik. Ancak doğum normal olarak gerçekleşmeyecek. Cerrahi müdahale ile bebeği alacağız. Bu sana fazladan 750 marka mal olacak. Bu paranın bir kısmını hemen ödemen gerekiyor? dedi. Bir an aklımı kaçıracağımı sandım. ?-Ben size aylardır para ödüyorum. Söylediğiniz miktarın lafı mı olur? Lütfen ne gerekiyorsa yapın? dediğimi hatırlıyorum.
Bir süre sonra, oksijensizlikten kömür gibi olmuş, beyin fonksiyonlarının büyük bölümünü yitirmiş bir erkek çocuğu kucağımıza verdiler. Şimdi yedi yaşında.2-3yaşında bir çocuğun zekâsına sahip. Yürüyemiyor, konuşamıyor. Hep böyle yaşayacak.?
?Bu paraya bu kadar çalışılır.? mantığıyla iş tutan meslek erbabı her yerde bulunabilir; ancak bu arkadaşların istediklerinden çok fazlasını da elde ettiklerinde çalışma alışkanlıklarında gözle görülür bir farklılık olmadığı da memleketimizin bilinen gerçeklerindendir ne yazık ki.
Eğitimde öncelikli hedefimiz ? Önce insan?, eğiteceğimiz ilk insan da kendimiz olmalıyız.
Selamların en güzeliyle?