“Kale kaleye karşı” mısraı ile başlayan bir türkümüz vardı yanılmıyorsam. Ezgisi nasıldı, diğer mısraları nedir bilmiyorum; lakin tarihin şahitlik ettiği gibi bırakın insan haklarını, hayvanların bile hukukunun gözetildiği medeni bir toplum olarak yaşadığımız zamanlarda, insanlar iyilikte yarışmak için birbirine karşı olabilirlerdi. Aynı inanca, aynı ideallere bağlı insanların yurdunda kaleler karşı olabilirlerdi birbirine, kişiler ve kurumlar değil.
Gün geçti devran döndü, birbirimize muvafık olmayı unuttuk en zorlu muhalifler olduk. Şimdi daha ileri bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Artık her zaman, her yerde ve her konuda birbirimize karşıyız. Hem de her an savaşmaya hazır ordular gibi bir karşı karşıya oluş bu.
Tanzimat dönemi şairlerimizden Namık Kemal bir şiirinde aramıza giren tefrika yüzünden geldiğimiz halin vahametini şu mısra ile haykırmıştı acı acı: “Bize bu hal ile bizden büyük olmaz düşman!” Ne yazık ki tarih, bu acı gerçeğin defalarca yaşanmış gerçeğimiz olduğunu kaydetmiştir sayfalarına. Artık yediden yetmişe bilip de aldırış etmediğimiz o gerçeği açıkça şu şekilde ifade edebiliriz: Dünyada milletleri arasında en büyük rakibi kendisi olan tek millet Türklerdir.
Ülkemizin başta ekonomi olmak üzere birçok bakımdan zararlara uğradığı büyük olaylardan sonra akl-ı selim ile bir muhasebe yapsak karşımıza çıkacak tabloda bu gerçeği görürüz.
Rahmetli Cemil Meriç Bu Ülke adlı eserinde “Bu ülke 89’dan beri su alan bir gemi” demişti. Fransız İhtilali’nden bu yana nice savaşlar, badireler nice darbeler ve krizler yaşadık. Her olayda mehabetimizi yitirdik; yitirdikçe kaybettik, kaybettikçe biraz daha küçüldük. Osmanlı’ya elveda derken bütün tüyleri yolunmuş bir kuşa çevrilmiştik eni konu. Düşmanın varlık nedeni düşmanlığını her fırsatı lehine çevirecek şekilde bir stratejiyi hayata geçirmekti; öyle yaptı, yapıyor, yapacak. Karakterinin, inancının peşinde, buna bir sözümüz yok. Asıl can yakıcı olan, geminin su almasında gemi yolcularının ihmalleri veya ihanetleri. Keçecizade Fuat Paşa’nın itirafından söz ediyorum. Tanzimat döneminin en tanınmış devlet adamlarından olan bu zat (1815- 1865), özellikle politikada nükte denilince akla ilk gelenlerdendir Paşa ile ilgili birçok anekdot anlatılır. Bunlardan biri meşhurdur:
Fuat Paşa’nın da aralarında bulunduğu Avrupalı diplomatlar:
Zamanımızın en güçlü devleti hangisidir diye tartışıyorlarmış. Fuat Paşa tartışmaya müdahale ederek, vatan millet denilince kendisini yüreğimiz burkularak hatırladığımız şu sözü söylemiş:
“Zamanımızın en güçlü devleti Osmanlı Devleti’dir; çünkü üç yüz yıldır siz dışarıdan biz içeriden yıkmak için çalıştığımız halde hala sapasağlam ayakta durmaktadır.”
Paşa’nın vefatından elli yıl sonra 1915’te Osmanlı, yedi cephede savaşıyor, Çanakkale’de düşmana geçit vermemek için en güçlü ordulara karşı göğsünü siper ediyordu. Yıkımı hızlanmıştı devletin. Bu dramatik sona gelinmesinde, adına ister gaflet deyin ister dalalet ve hıyanet, Fuat Paşa’nın işaret ettiği etkenlerin yani devleti içten yıkma çabalarımızın payı düşmanlarımızın bile takdirini kazanacak ölçüde büyük olmuştur.
Kurtuluş Savaşı’mızdan zaferle çıkıp Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu atalarımız. “Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir” dedik, inandık. Lakin egemenlik hiçbir zaman tam olarak yani kayıtsız ve şartsız milletin olmadı. Millet, egemenliğini ne zaman kullanacak olsa başına gelmedik kalmadı. Başını kaldırır gibi olduğu her on senede, bir darbe yedi kendi öz evlatlarından. Dipçik yaralarından hiç iyileşmedi sırtı. Düşman filan kalmamıştı halbuki. Hepsini kovmuş, son düşmanı denize dökmüştük.
Vay benim kara yazılı başım! Bizim kovduğumuzu zannettiğimiz adamlar üzerimize ordular gönderip bütçelerine ek masraflar çıkarmamak için, işgal ve sömürü düzenlerini ebediyen devam ettirmelerini gerçekleştirecek kuvvetleri yetiştirme işini türlü anlaşmalarla bize vermişler meğer! Örtülü sömürgeleri yapmışlar. Biz de doksan yıldır düşmana karşı savaşmıyoruz diye boşuna sevinmişiz! Heyhat! Adamlar çekip gitmişler; ama öyle bir düzen kurup, öyle bir oyun bırakmışlar ki bu oyunun kuralları yüzünden hep birbirine karşı insanlar ülkesi olup çıkmışız. Oyun kurucu biz değiliz; kuralları koyanlar da hakemler de bağımsızlık savaşı verdiklerimiz.
Şimdi biz başkalarının oyununu oynarken oyun kurucularımız ekranları karşısında keyifle bizi seyrediyorlar. Mızıkçılık edenlere arada bir ayar çektikleri oluyor tabi ki! Mısır’da yahut şurada burada yaptıkları gibi.
Şimdi görünen manzaramız şu:Tam da bizimle hesabı olanların istediği gibiyiz. İstikrarın olmazsa olmaz taşları yerli yerine oturmuyor.
Aynı amaçlar için yetiştirilmiş polislerimiz birbirine karşıdır.
Savcılarımız birbirine karşıdır; birbirlerinden habersiz operasyon yaparlar; ülkede yer yerinden oynar.
Hakimlerimiz var birbirine karşıdır. Birinin tutukladığını diğeri serbest bırakır; oysa ikisinin de suçu aynıdır.
Eğitimcilerimiz birbirine karşıdır; birinin ak dediğine diğeri kara der.
Sanayicilerimiz birbirine karşıdır; bu, birbirlerini batırma yarışıdır.
Yüksek yargıda daireler vardır; birbirine karşıdır.
Gazeteci gazeteciye karşı; kimi yandaş, kimi candaştır.
Siyasetçi siyasetçiye karşıdır; hadi neyse siyasetin doğası budur.
İmam imama, cemaat cemaate karşıdır; birbirinin ardında namaz kılmazlar; kimi Kur’an der, kimi sünnet.
Doktorumuz, doktorumuza karşıdır; birinin teşhisi diğerini tutmaz.
Aydınlarımız birbirine karşıdır; kimi liberalim der, kimi bilmem ne.
Halkının oylarıyla seçilmiş yöneticilere nefreti sebebiyle, ülkemizin daha güçlü olması için atılan her adımı düşmana ihbar edecek kadar karşı olan gözü dönmüşler var.
Birbirine karşı unsurlardan, karşı olmak ne ki varlığını karşı olduğunun yok olmasında görenlerden onlarcasını bir dakikada sayıp dökebilirsiniz. Birbirimize sormayacak mıyız? N.Kemal haklı değil mi?
Allah aşkına söyleyin, biz bu haldeyken bu ülkeye düşman ordularının gelmesine ihtiyaç var mı? Hangi düşman? Düşman kim?
Selamların en güzeliyle…