Bugün 18 Mart…
‘Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir kara’da iki yüz elli binden fazla insanın kanlarını sebil ederek düşmana geçit vermediği Çanakkale Zaferi’nin 99. yıl dönümü.
‘Cennet’ vatanın bu ‘ufacık’ parçasına özel bir önem atfeden Mehmet Akif Ersoy, buraya daha dikkatli bakmamızı isterken gerekçesini de söyler: “Şüheda gövdesi bir baksana dağlar taşlar!” Öyle ya, metre kareye altı bin merminin düştüğü bu topraklar için başka ne denebilir ki!
Şüheda gövdesi…
Büyük zaferden 99 yıl sonra gene bir mart ayındayız. Çanakkale’de yedi düvele karşı göğsünü siper ederek hayatlarının baharında canlarını vatanı, namusu ve mukaddesatı için seve seve veren şehitlerin torunları seçimlere hazırlanıyor. Adının seçim olduğuna bakmayın; miting meydanlarına bakınca seçime değil sanki yeni bir harb-i umumiye girmeye hazırlanıyor gibiyiz. Boğazlarımızı zorlayan düşman zırhlıları yok, İngilizler, Fransız birlikleri, Anzaklar yok; ama seçimde yarışacak olan siyasi tarafların yürüttükleri mücadeleye yükledikleri anlam bir harb-i umumi dehşetinden az değil. Gerçi, Allah korusun, harb-i umumide olsak millet tek yumruk olur. Bu nedenle bir milletin düşmanları ne denli güçlü olursa olsun; Hakk’a inananları bu güçler asla sindirip yok edememişlerdir. Çanakkale bu durumun en sağlam şahididir. Fakat…
Fakat şimdi iş başka. Düşman yerine yok edilecek hedef olarak birbirimizi seçmişsek? İşte vahamet burada! Vahim olan bu. Birbirini hırsızlıkla, yolsuzlukla, ihanetle suçlayanların seçiminden bahsediyorum. Günlerdir şehirlerin meydanlarına toplanan yüz binler birbirlerini yuhalıyorlar. Gazetelerin manşetlerinin mütareke yıllarında atılanlardan aşağı kalır yanı yok ihanet suçlamalarında. Vakıa daha dün bir topluluğu papalıkla kol kola yeni dünya düzenine alet olmakla suçlayanlar, bugün onlarla aynı safta mücadele ediyorlar. Milli bildiğimiz ne varsa, sırtını gayrı milli unsurlara vererek aklını ve gücünü oralardan alanların tehdidi altında olduğu, iddia olmanın ötesine geçiyor an be an.
Turgay Güler’in Akşam’da 16 Mart günü yayımlanan Anglosakson Şeytani Zeka ve Türkiye başlıklı yazısında çerçevesi çizilen tablo günlerdir yazılıp söylenenlerin özeti gibi. Diyor ki:
“Türkiye'de 13 gün sonra seçim var. Siyasetçiler meydanlarda hiç olmadığı kadar özgürce propaganda yapıyor.
Öylesine özgürce ki; kimileri rakibi hakkında her türlü hakareti, küfrü edebiliyor. …
Mesela bir radyocu çıkıp "Ecelinizle ölmeyeceksiniz, acılar içinde öleceksiniz" diyebiliyor.
Bir köşe yazarı kalkıp "Yatacak yerin yok bilesin. Tükürmesinler diye mezar taşına, toma bekleyecek başında" diyebiliyor.
Devlete sızmış bir çete ülkenin cumhurbaşkanını, meclis başkanını, başbakanını, genelkurmay başkanını dinleyebiliyor.
Birileri kalkıp ortalığı savaş alanına çevirebiliyor.
İşadamları yakıp yıkanlara, kırıp dökenlere, öldürenlere, yağmalayanlara sponsor olabiliyor. …
Peki tüm bunları niçin yapıyor?
…
"Yarının Türkiye'sinde AKP'yle teması olan hiçbir kurum, kuruluş ve yapı kalmayacak. Erdoğan'la birlikte hareket eden bütün yapılar, buna cemaatler ve tarikatlar da dâhil, tasfiye edilecek."
Böyle söylüyor muhterem!
Soralım o halde neye güvenerek söylüyor?
Şüphesiz yaptığı kirli ittifaklara!
Yere göğe sığdıramadığı
İsrail'e.
Kucağında uyuduğu Amerika'ya.
Ananas gönderdiği işadamına.
Oyunu vereceği partiye.
Kurtardığı medya patronlarına.
Anglosakson şeytani zekâya.
Sokakları yakıp yıkanlara.”
Şüheda gövdesi üzerinde tepişmek dediğim bu işte.
Şehit torunları ekmeğimize, aşımıza göz diken, mukaddes bildiğimiz her ne var ise hepsine düşman olan, nihayet dedelerinin kanlarını dökenleri nasıl unutur? Daha kötüsü onlarla kardeşlerine karşı nasıl güç birliği içine girer? Birine duyduğunuz kin ve nefret sizi nasıl bu hale getirir?
Birlikte iş tutuğunuz dünkü ortak düşmanlarımız sizi çok sevdikleri için mi destek veriyorlar size? Şimdi nefret ettiğiniz düşmanı bertaraf edinceye kadar sizinle beraber oluşları nereye kadar sanırsınız?
Bilge Kağan’ı hatırla! O ki şöyle seslenmişti bir zamanlar milletine: Ey Türk milleti! İyi ve müstakil ülkene karşı, seni güçlü kılmış kağanına karşı çok çok yanıldın, kötü iş yaptın. Yanıldın da ne oldu? Bize yakın olursan iyi mal veririz diyen düşmana inanıp gittin. Vardığın yerde hayrın şu oldu: Kanın sel olup aktı, kemiklerin dağ gibi yığılıp yattı. Erkek oğulların köle, kız çocukların cariye oldu…
Şimdi dünü unutarak yaptığımız şüheda gövdesi üstünde tepişmek değil de nedir? Zararı yok, adını sen koy!
Doksan dokuz yılda ne çok savrulmuş, ne badirelerden geçmişiz!
Tarih bilinci bir milletin havası, suyu, her şeyi; lakin Çanakkale Zaferi’nin 99. yılında beyin travması geçirmiş bir kazazededen farklı değiliz.
Anadolu’muz, bu diyar baştan başa “Şüheda gövdesi” ve “Sen şehit oğlusun…” Bunu unutamazsın.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal 18 Mart 14