Özneler olmaktan vazgeçtiğimizde kabullendik bu zilleti, diğer bir söyleyişle ifade etmek gerekirse maalesef şu gerçeği samimi bir özeleştiri olarak kabul edebiliriz:Daha zahmetsiz olduğu için kendimize nesne olmak dışında bir seçenek bırakmadık ki…
Üretemez olduk; çünkü kendimizi unutarak başkalarına ve yaptıklarına hayranlık duyar olduk. Sonra taklit yollarının otostopçularına döndük. Nihayet kendi yürüyüşümüzü de unuttuk kekliğin sekişini taklit etmeye çalışan karga gibi.
Başlıktaki sorunun kapsamlı cevaplarından biridir Atasoy Müftüoğlu’nun “Sorumsuz ve İradesiz Bağımlılıklar” başlıklı yazısındaki şu can yakıcı tespitler:
‘Özne olma iradesinin kaybı’ kayıpların en vahimidir yazara göre:
“İslam dünyası toplumlarında, “atalar dininin” kurumsallaştırdığı otoriteye kayıtsız şartsız bağımlılık geleneği, dini ya da politik, hangi otorite olursa olsun, bu otoritelerin bağımlıları haline getirilen bireyleri ve kitleleri bütünüyle düşüncesizleştirir, akılsızlaştırır, sorumsuz ve iradesiz kılar. Bu tür bağımlılıkların “din” adına kutsandığı toplumlarda/kültürlerde, bireylerin, hangi alanda olursa olsun, bir “özne” olma iradesi ortaya koydukları görülmemiş, duyulmamıştır. Otoriteye itaat adına, nesneler-kalabalıklar-sürüler her tür yanlışlığı, çarpıklığı, yozlaşmayı, bayağılaşmayı meşrulaştırarak, bunları uyulması gereken bir geleneğe dönüştürürler. Hiç bir alanda özne olma iradesi ortaya koyamayan nesnelerin iradesizliklerinin, kayıtsızlıklarının, sorumsuzluklarının sıradanlaştırılması ve geleneğe dönüştürülmesi, ehliyet ve liyakat sahibi olsun ya da olmasın, dinî ya da siyasal otoritenin ölçüsüz bir biçimde güçlendirilmesine, kutsallaştırılmasına ve dokunulmaz kılınmasına yardım eder.”
Buradan eleştiri çıkar mı? Tekeden süt çıkarsa evet. Otoritelerin bağımlıları için eleştiri Kaf dağının ardıdır ve oraya da ulaşabilme imkân ve ihtimalinden tabi ki söz edilemez. Bu durumun bir adım ötesinin toplumları nerelere ve hallere sürüklediği de şöyle tahlil edilir aynı yazıda:
“Eleştirel muhakeme yeteneğimizi-bilincimizi kaybettiğimiz zamanlardan bu yana, İslam toplumlarının düşünebilme iradelerini yok eden ve kitlesel olarak üretilen duygusallıklarla ve geçmişin masallarıyla hayatlarımızı sürdürüyoruz.“Osmanlı misyonu” sloganının da aynı duygusallıklarla, romantizmlerle malûl bulunduğunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Varoluşsal, temel, yapısal, kronik sorunları çözemeyen, çözme iradesi ortaya koyamayan bir bünye, bunları tekrara mahkûm oluyor. Her tür üretkenliğin dondurulduğu, birörnekleştirilmiş, basmakalıplaştırılmış, hamasetlerle/milliyetçiliklerle yönlendirilen toplumlarda, yeni bir kültür ve medeniyet inşasından söz etmek, ancak söylemsel bağlamda mümkün olabiliyor. İslam dünyası toplumları, dinî ya da politik popülizme dayalı dili değiştirmeyi başaramadığı için, siyasal değişimi de başaramıyor. Söylemsel tartışmaların sınırlarını aşabilecek niteliklere sahip olamadığımız için, hiç bir alanda/anlamda paradigmatik(Bir şeyin nasıl üretileceği konusunda örnek, model) bir değişim gerçekleştiremiyoruz.”
Berbat bir tüketim toplumu olmaya alıştık, alıştırıldık. Ha babam tüketiyor, tüketiyor, tüketiyoruz!
Kullandığımız çok sayıda yabancı marka ürünlerin tüketicisi olmanın ayıbı yetmezmiş gibi hangisinin diğerinden üstün özelliklere sahip olduğunun lafazanlığıyla heba ettiğimiz zamanlarımız oluyor.
Namazlarımızda ne dinlediğimizin anlamını biliyoruz, ne okuduğumuzun.
Bir vekilimiz TBMM’deki odalardan birinde gördüğü istişarenin/tartışarak millet hayrına ortak akla ulaşmanın önemini belirten bir ayetin bulunduğu tablonun resmini çekip tablodaki yazının ne demek olduğunu anlama zahmetine girmeden bunu eleştiri malzemesi olarak kullanıp adeta şov yapıyor.
Diğer taraftan son yıllarda‘yerli ve milli’ bir duruşa doğru evirilen bir değişim sancılarının arttığını görebiliyoruz.
Yollarımızda yerli ve milli bir otomobil markamızın olmamasının acılığı en üst düzeyde seslendirilmektedir.
Kördüğüm olmuş birçok sorunumuzun çözümünün kendimizde olduğu, bunun için öncelikle birbirimizle kenetlenmemiz gerektiği söylemi siyaset çevrelerimizde özlediğimiz seda olarak yükseliyor.
Unuttuğumuz veya unutturulmuş değerlerimizi hatırladıkça milletin kendine güven duygusu kazanması çabalarının küçük ama olumlu kıpırdanışlarını seziyoruz.
Özne olma iradesi kazanma yolunda prangalarımızdan kurtulmayı başardıkça daha özgür, daha güçlü olacağımıza inanıyorum.
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal 15 Ocak 18