Aşağılık bir yöntem kullanılarak şerefli bir hedefe varılamaz diyor inancının bedelini ödemiş mütefekkir Seyyid Kutup. Şeref ve izzetini Allah’tan ve Nebevi çizgiden alan kutlu yolun yolcuları için yöntem ve usul en az yol kadar önemli ve gereklidir.
Yol ahlakı olmadan, yol adap ve erkanı içselleştirilmeden, yol arkadaşları seçilmeden kervan yolda düzülür misali yola çıkanlar, yolda hedefleri de ilkeleri de bütün insani erdemleri de bırakmakla karşı karşıya kalabilirler. İdealize edilen kavram ne kadar kutsal ve vazgeçilmezse, ideale gidilen yolda o kadar temiz ve kutsal olması gerekiyor. Hakka batıl ile ulaşılamaz. İzzete zilletle varılamaz. Güzellik çirkinlikle elde edilemez. Bir zalim, bir facir ile fetih arayışına çıkılamaz. Kutsal beldelerin muhafazası adına bile can kutsiyeti çiğnenip, insanların en tabi hakları ellerinden alınamaz. “(Ey Kâbe!) Sen ne büyüksün! Senin şânın ne yücedir! Fakat gerçek bir müʼminin Allah katındaki şerefi senden de üstündür.” (Tirmizî, Birr, 85) diyen en güzel örneğimiz bu hususu ne güzel izah buyurmuş.
Bugünlerde hasret kaldığımız güzel haberler alıyoruz gönül coğrafyalarımızdan. Uzun yılların umutsuzluk ve yeis bulutları bir bir dağılıyor. Sis bulutlarıyla beraber zalimlerin gizlemiş oldukları zulüm ve vahşetlerin üzerinde ki sis perdeleri de aralanıyor. Evet Sedneya hapishanesi görüntüleri insan olan tüm yürekleri ezip kahrettiği gibi bizi de gam ve kedere boğdu.Teneffüs ettiğimiz şu post modern zamanlardane kahreden, tüyler ürperten, insanlıktan istifra ettiren hikayeler yaşanmış öyle.İnsanlığın maddi, teknolojik ve dijitalleşmede çağ atladığı; ancak manen çukurların en çukuru alçakların en alçağına dönüştüğü zamana tanıklık etmek dayanılmaz ağır geliyor sinelere.
Doğrusu “Kudüs savunusu” ve “direniş ekseni” adı altında bu zalimlerin zulüm ve soykırımlarına yıllar yılı destek olunması insanı kahrediyor. Yazımın başında da belirtmek istediğim şuydu. Kutsal ve etrafı bereketli bir şehir Kudüs’ün sözüm ona “kurtarılması” adına başka mazlumların canını acıtmak, on yıllar süren zihinsel ve ruhsal travmalar oluşturmak her şeyden önceKudüs’e ve Filistin davasına ihanettir.
Suriyeli Gazeteci Michel Kilo bu vahşetlerden sadece bir tanesine tanıklığını dile getiriyor. Şam rejiminin mahzenlerine bekar bir kadın olarak girip tecavüz sonucu doğmuş olan çocuğuyla hücrede yaşamak durumunda bırakılan bir kadın ve çocuğun hikayesinden bahsediyor.
"Kuş nedir?"
Tanıdığım bir gardiyan eğitimci olmam dolayısıyla beni cezaevine bir çocuğa hikâye anlatmak için davet etti. Gardiyan benimle gel ama ses çıkarma dedi. Ben ve o yavaşça yürüdük. Beni 40 metre kadar götürdü. Bir hücrenin kapısını açıp “Bu çocuğa bir hikâye anlat” dedi. Sen eğitimli değil misin? Girip bu çocuğa bir hikâye anlat. Hücreye dikkatle baktığımda 26-27 yaşlarında bir kadın gördüm. Kendi içine doğru kıvrılmıştı, beni görünce korktu. Korkması normal çünkü çok acılı tecrübeler geçirmiş. Hamile bırakılıp hücresinde doğum yapmış. Yanında henüz 4-5 yaşlarında bir çocuk gördüm. Esmer ve güzel, ufak tefek bir çocuktu. Güneşi görmediğinden olsa gerek yüzü gözü şişmiş gibiydi. Kadına selam verdiğimde korkusundan dolayı cevap veremedi. Ona dedim ki kızım, çünkü kızım Şaza’yla aynı yaşlardaydı. Benden oğluna bir hikâye anlatmamı istediler. Ne anlatayım ne dersin? Biraz çekindi ve hiçbir şey diyemedi. Çocuğa dedim ki bir kuş vardı. Bana kuş ne demek? Dedi. Bir çocuğa hikâye anlatmak istiyordum, karşımda normal bir çocuk var sanıyordum. Kuş, fare, güneş, nehir, su, kelebek; bu kelimeleri kullanarak bir hikâye anlatayım dedim. Bana kuşun ne olduğunu sordu. Kuşun ne demek olduğunu nasıl anlatayım? Ben kuş ağacın üstünde uçuyordu dedim. Bana ağaç nedir dedi?
Çıkmazda hissettim kendimi. Gardiyanın bana başta neden sen eğitimlisin dediğini yeni anlayabildim. Sonunda ne diyeceğimi bilemedim. Kendi kendime dedim ki ona bir şarkı söylemeliyim. Bir çocuk şarkısı mırıldanmaya başladım. Sonra kapıya vurmaya başladım. Gözlerim yaşlarla doluydu. Allah rızası için beni çıkar ben boğulmak üzereyim. Gardiyan geldi ve beni hücreden çıkardı. Hani hikâye anlatmadın, dedi. Ne anlatabilirim ki? Dedim. Çocuk hayatı boyunca hücreden çıkmamış. Evet, dedi. Ne kuş ne top ne güneş ne ağaç ne hava… Hiçbir şey bilmiyor. Sonra annesinin neden hapiste olduğunu sordum. Bana dedi ki, babası Umman’a kaçtığı için yerine onu aldılar. Gördüğün gibi burada hamile kaldı ve çocuğu ile beraber burada yaşıyor.
Bu anlatılan ve anlatılmayan yüzlerce hikâye, acılarla yoğrulan yüzbinlerce yürek, milyonlarca muhacir, onlarca yeraltı mahzeni, gurbette vatan hasretiyle toprağa verilen binlerce garip yürek, itici ve üstten kendilerine atılan bakışların hepsi onların nasıl bir mengeneye kıstırıldıklarının göstergesi oldu adeta. Dile kolay tam altmış bir yıl demir yumruk ve taş bir yüreğin idaresinde ölüp ölüp dirildiler. Ancak umutlarını bir an olsun kaybetmediler. Şimdi Allah’ın izniyle hem kendilerini kurtardılar hem de ilk fırsatta Sultan Nureddin ve Selahaddin’in özlemlerini ve ideallerini gerçekleştirmek için çalışıp gayret edecekler. Tüm komplo teorilerini, faraziyeleri ve vehimleri boşa çıkaracak şerefli bir yöntemle Kudüs’ü-şerifi izzete kavuşturacak hamleler yapacaklar. O halde Şam fethi mutedil bir idare, İslam hukuku eksenli bir perspektif, şeffaf bir yönetim, birlik ve beraberlik temelli bir dayanışma, işletilen istişare mekanizması ile kalıcı olsun, hayırlı olsun.