“Ben Türkçenin ezeli bir aşığıyım.”
Yıllar önce lise 1. sınıfta edebiyat dersini Nihat Sami Banarlı’nın kitabından takip edenlerin aşina oldukları bir sözdür bu.Servet-i Fünun’un usta romancısı Halit Ziya Uşaklıgil, kitabın ilk ünitesinde yer alan “Türk Dili İçin” başlıklı çok sevdiğim o yazısında “sevgilim” dediği Türkçemizi bütün devirlerinde giydiği her elbise ile sevdiğini örneklerle anlatır.
Neredeyse yarım asra yakın bir zaman geçmesine rağmen o kitaptan bir o sözü unutmadım bir de Refik Halit Karay’ın, “Eskici” hikâyesinde, hikâye kahramanı eskicinin, işini yaparken Türkçe bildiğini neden sonra öğrendiği küçük Hasan’ı nasıl dinlediğini anlattığı şu cümlelerini: “Eskici hem çalışıyor, hem de ara sıra, “Ha! Ya? Öyle mi?” gibi dinlediğini bildiren sözlerle onu söyletiyordu, artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini, bir rüzgârını, bir türküsünü dinliyormuş gibi hem zevkli hem yaslı dinliyordu; geçmiş günleri, kaybettiği yerleri düşünerek benliği sarsıla sarsıla dinliyordu.”
Edebiyatımızın usta kalemleri zaman zaman dilin önemine dair ölümsüz değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Mesela Yahya Kemal, Türkçemize sevgisini şu sözle ifade etmiştir: “Bu dil benim ağzımda annemin sütüdür”
Ben bu yazımda türkülerimizdeki Türkçeden söz etmek istiyorum. Dilinin türkülerle yunup yıkandığını söyleyen Bedri Rahmi Eyüboğlu “Türküler Dolusu” adlı şiirinde der ki:
“Türküler, türkülerimiz…
Ana sütü kadar candan ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ yayla yayla
Köyümüz köylümüz memleketimiz”
Ah bu türküler! Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi…
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni…
Ben türkülerden aldım haberi.”
…
Yazarlarımızın şairlerimizin dili kullanırken taşıdıkları titizliği biliriz. Bu nedenle dilin en seçkin, en güzel örnekleri edebi metinlerdeki dildir. Her birinde doyumsuz güzellikler buluruz. Ya türkülerimizdeki Türkçe?
Tamamını bildiğimiz, bilip de okuyabildiğimiz kaç türkü var?Hangi türkümüzün hangi yöremize ait olduğunu tahmin edebiliriz belki; ama ya sözleri? Bu türkünün anlattığı ne ki?
Bir iyice kulak versek duyacağız ki:
Bunlar sevdaların hikâyesidir.
Belki de bizim hikâyemiz…
Her ne kadar ihmal etsek de, umursamasak da, hatta hor görsek de; ne zaman bir türkü çalınsa kulağımıza, yüreğimizde bir yerlerin titrediğini hissederiz; kendimizden bir şeyler muhakkak buluruz o türkünün nağmelerinde...
Bu nedenle türkülerimize ve türkülerimizdeki Türkçeye kulak vermek bir bakıma dilimizin en saf, en güzel örneklerine açmaktır kalbimizi.
Unuttuğumuz sesimizi yenden duymak için, insana ve kâinata gönül gözüyle bakmak için, iyiliği, güzelliği, doğruluğu, ahde vefayı, yiğitliği, merhameti, utanmayı, pişman olmayı, acıyı, hasreti, sevinci, neş’eyi, sevgiyi, saygıyı, hoş görmeyi, aşkı, sevdayı... Hülasa kaybolmaya yüztutmuş insani değerlerimiz adına ne varsa bunlarla yeniden donanmak için özellikle dilimizi türkülerimizle yıkamaya ihtiyacımız var.
Türkülerimizdeki Türkçeden öğreneceklerimiz var.
“Ela gözlerini sevdiğim dilber
Sana bir sözüm var diyemiyorum
Bilmem deli miyim Mecnun gezerim
Sırrımı ellere veremiyorum/Derdimi ellere diyemiyorum”
…
“Ela gözlerine kurban olduğum
Yüzüne bakmaya doyamadım ben
İbret için gelmiş derler cihana
Noktadır benlerini sayamadım ben”
Ezgileriyle bildiğiniz bu türkülerden birincisi Neşet Ertaş’a ikincisi Karacaoğlan’a ait. Farklı zamanlarda ve farklı mekânlarda yaşamalarına rağmen (yaklaşık üç yüz yıl) sözlerdeki ve söyleyişteki benzerliklere ve güzelliklere bakın.
Dilden dile, gönülden gönüle dostluk ve kardeşlik köprülerinin kurulmasında türkülerimizin emsalsiz bir işlevi olduğunu düşünüyorum.
Türkülerimize kulak verelim ki dilimiz ve gönlümüz de türküler gibi saflaşsın, güzelleşip incelsin.
Hacı Halim Kartal/ 30 Eylül 2010