Belediye önüne geldiğimizde ünlü sanatçımız, rahmetli Neşet Ertaş ustanın bu şarkısını seslendiriyordu 30 Ağustos gecesi Zafer Bayramı kutlamaları için gelip şehrimizin Milli İrade Meydanı dolduran kadın-erkek, genç-ihtiyar hemşerilerimize.
Hâlbuki o gün Rabbimizin Kerim kitabımız Kur’an’da birçok ayetinde tanımladığı gibi aceleciliğimiz yüzünden bir dakika sonra pişmanlık duyacağımız sözlerimiz ve eylemlerimiz sebebiyle kendimi Gazze şehirleri gibi harap ve bitap halde hissediyordum.
Filistin’de, Gazze’de neredeyse bir yıldır devam eden katliamlar ve dünyamızın birçok yerinde yaşanmakta olan acılar sebebiyle Seydişehir Belediyesi’nin Zafer Bayramı etkinlikleri çerçevesinde düzenlendiği bu konserlere de adı ne olursa olsun ortak paydası eğlence ve şenlik olan hiçbir ortama da katılmak gelmiyordu içimden.
Belki de bir anı veya kendimizi kötü hissetmemize neden olan bazı anları o anlar sanki hiç bitmeyecekmiş gibi o ana takılıp kalmaya, mutlaklaştırmaya son derece meyyal oluşumuz sebebiyle idi bu isteksizlik. Oysa çok iyi biliyor ve inanıyoruz kişu fani âlemde hiçbir an hiçbir varlık bu şekilde mutlaklaştırılamaz. Olmaz dediklerimiz olur,ölmez dediklerimiz ölür; geçmez dediklerimiz geçer, gitmez dediklerimiz gider, bitmez dediklerimiz biter. İbret nazarlarıyla hülasa birazcık olsun basiretle bakabildiğimiz anlarda görüp anlarız ki bütün bu geçip gidenlerden sonra geride kalanlar ahlar, vahlar, keşkeler yani pişmanlıklardır.
İşte bu duygularla geldiğim meydanda sanatçı Sümer Ezgü, o harika performansıyla alanı dolduran insanları coşturmayı başarmış; bu coşkuyla hareketlenen halk da sanatçının durduğu yerlerde bu olumlu enerjiyle türkünün, bir bakıma çekilen acıların ve ahların itirafı demek olan ‘ah yalan dünyada’sözlerini gümbürgümbür söyleyerek tamamlıyordu.
Meydan ünlü sanatçının başka türküleriyle de dalgalanıp coşsa da ben o gün yaşadıklarımın etkisiyle Neşet Usta’nın ‘Ah Yalan Dünyada’ türküsünün anlattığı dalga boyunda kalakalmış, evime de dilimde türkünün nakaratları olduğu halde o duygularla, öylece dönmüştüm.
Türkü aslında ortak yanlarımızı yani az çok sende, bende, hepimizde olanı anlatıyor; bencillikten kurtulmaya, başkalarının da hikayeleri olduğunu düşünmeye, anlamaya yani empati yapmaya çağırıyordu:
“Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın
Ben de gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlu mu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada
Ah yala dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
Sen ağladın canım, ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım, boşuna gandım
İrengi gözüme solan dünyada
…
Bilirim sevdiğim kusurun yoktu
Sana karşı benim gayet de çokdu
Felek bulut oldu, üstüme yağdı
Yaşları gözüme dalan dünyada
…
Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı
Garip bülbül gibi feryadım kaldı
Alamadım eyvah, muradım kaldı
Ben gidip ellere kalan dünyada
Ah yala dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada”
Fanilik düşüncesi, sorumluluk bilincimizi dipdiri tutan bir ikaz lambası aslında… Bir hükümdara hükümdarın görevlendirdiği bir kişi ara sıra “Gün akşamlıdır sultanım!” diyerek bu gerçeği hatırlatırmış.
Biz de hatırlayalım, hatırlatalım hatta hiç unutmamamız gereken en temel ilkemiz yapalım; çünkü özgür irademizle yapacağımız her tercih bizi farklı yerlere götüreceğine göre bu düşüncenin irademizi terbiye eden iyi bir öğretmen olduğunu düşünüyorum.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 02 Eylül 2024