Ben bazen bu tür cümleler kuruyorum da "senin tuzun kuru da ondan, böyle yazıyorsun" diyorlar.
Yazıyı okuyalım bakalım tuzum kuru muymuş yoksa işin içinde işler mi varmış?
Daha olmadı, "UÇURUM" isimli kitabımdaki Salih'in hayatını okuyabilirsiniz. Kitap okuma tavsiyemi ve reklamını da bu şekilde yapmış olalım. :)
Göreve başladığım ilk yıllarda, 25 yıl, 30 yıl çalışıp emekli olan ve kiraya çıkan meslek büyüklerimin olduğuna şahit olmuştum.
Çok üzücü bir durumdu. Onlar bana örnek teşkil ettiler. Kooperatife girip bir ev sahibi olmam, onların bu içler acısı hallerinin beni teşvik etmesi sayesindedir. Hem emekli olacak hem de zaten 25 yıl kiracı olarak oradan oraya taşındığın bir gerçeklikte, emeklilik döneminde de kiracılığa devam edeceksin, katlanılacak bir şey değildi bu benim için...
Genç yaşta kooperatife girdiğim için ne “salaklığım” kalmıştı, ne de “yobazlığım.” Hâlbuki kooperatifçilik sosyal bir olaydı ama bana “geri kafalı”yakıştırması yapıyorlardı. Neden? Onların anlayışı ile “genç yaşta hayatımı yaşamayı değil de hayatımı karartmayı seçmiştim.”
Sonra emekli olup kiraya çıkarken ki “kafa gıcılatmaları” için de ben onlara “Kıymetli ağabeyim hiç kusura bakma, ‘zevk-ü sefa’ peşinde koşacağına, lojmanda oturduğun zamanlarda bari tasarruf etseydin de başını sokacağın bir ev sahibi olabilseydin.” Derdim, tabi içimden yüzlerine karşı...
Bir ev alma işini görev süren içinde kooperatif yoluyla hallettiysen emekli ikramiyenle bir evin daha olabilir, emekli maaşına oradan da bir katkı yapabilirdin. Yapanlar var. Ben yaptım mesela...
Ticari aklı olan birisi devletten kredi desteği alıp bir işletme kuruyor ve bir zaman geliyor yüzlerce, binlerce işçi çalıştıran bir işletme sahibi olabiliyor. Hepimizin birçok tanıdığı kimse vardır bu şekilde hareket edip başarılı olan...
Bir diğeri de eline milyonlarca lira geçtiği halde bir kaç gecede yiyip içerek varlıklarını satıp satıp yiyerek sefalet içine düşüyor. Böylelerinin varlığını da yine hepimiz biliyor, görüyoruz... Şimdi hangisine yanalım hangisine alkış tutalım? Tabi “har vurup harman savurucular benim bu yazdıklarıma şimdiden karşı gelecekler. Olsun ben inandığım ve kendime göre doğru olanı yazarım.
25 yıl görev yapmış, bir kooperatife üye olup mecburi bir tasarrufta bulunmamış, her yıllık izninde gezmiş, tozmuş, sefasını sürmüş, cırcır böceği misali yemiş içmiş oynamış, bir çekirdek sahibi olamamış, emekli olup kiraya devam etmiş ama çıkıyor karıncayla kendisini kıyaslıyor.
Karınca her yıllık izninde ekin harman işlerinde çalışmış, 12 sene kooperatif borcu ödemiş, belki bir defa bile denize, tatile gitmemiş ve bu sayede bir evin sahibi olmuş. Elbette yaşamından feragat etmiş, çocuklarını özel okullarda okutamamış ama yine de onları iş güç sahibi yapmış, onların da kendisine bir yükleri kalmamış.
Şimdi cırcır böceği de 25 yıl çalışmış, karınca da 25 yıl çalışmış. "Emekli maaşım yetmiyor" diye bağıran, feveran eden cırcır böceğine mi üzülelim yoksa zamanını iyi değerlendiren, ayağını yorganına göre uzatıp har vurup harman savurmayan ama yine de yüksek bir yaşam standardında olmayıp vasat bir yaşam sürmeye devam eden karıncaya mı üzülelim?
Ben günlük ihtiyaçlarından artanı tasarruf etmektense israfa gidip harcama yapanları kast ediyorum. İmkânı kısıtlı olanları konu dışında bırakmaktan aciz değilim. O konudan çıkın dışarıya bir zahmet. İmkânları olup da bu şekilde davranmayanları kast ediyorum ben. Biz de bir hayat yaşadık ve kimin o maaşları nerelerde harcadıklarına canlı şahitlikler ettik. Herkes kendi hayatını ve geçmişi değerlendirme becerisine sahiptir. İsteyen istediği gibi yaşar, pişmanlıklar duyar ya da “iyi ki o hayatların içindeymişim” diye kendine övgüler düzer. Ona karışacak değilim. Bu benim hayatım ve hikâyem onu yazdım ben. Yazarken de kimseden icazet alacak değilim tabi.
Keşke cırcır böceği de karınca da iyi bir hayat düzeyi yakalayıp öyle yaşayabilselerdi o da ayrı bir yazının konusudur. Ancak bizlere bu “cırcır böceği ve karınca”hikâyelerini de “Ayağını yorganına göre uzat.”,“Damlaya damlaya gölolur.”, “İşten değil dişten artar.”, “Sakla sarı samanı, gelir onun zamanı.” gibi daha birçok atasözünü ilkokul müfredat kitaplarında kazıdılar beynimize. “Yerli malı haftaları” organize ettiler, Buğday, arpa, yulaf, mısır poşetleriyle sergiler sundular...
Evet, ben de biliyorum o kitapları tavsiye edenlerin “Bir elleri yağda bir elleri balda...” olanların tavsiye ettiklerini... Ama fakirlik savaşını bir yerde kendi imkânlarımızla yenip onların makamlarına çıkmanın yolu da kendi aklımızı kullanmaktan geçiyordu. Sanırım o fakirlerin birçoğu şimdilerde devlet yönetenlerin içindeler...
Bakın nerelerden nerelere? Bu hikâye yazı, basit bir ajitasyon, yani yoksulluk yazısı değil. Ucu bucağı olmayan konuların yazısıdır.
Kusura bakmayın her yıl tatillerde hava atıp harmandalı oynayan cırcır böceği ile geleceğini düşünüp hem kendi hem de çocukları için bir gelecek temin etme yolunu tercih eden harmandalı oynamak yerine, harmanda, hasatta çalışan karıncayı kıyaslamak karıncaya hakarettir.
Bir emekli, çalıştığı süre içinde ne kazanmış ve neyin sahibi olmuşsa bu topraklar içinde ve devletin imkânlarıyla elbette emek vererek kazanıp elde ettiği için o kazanımları da emekli maaşının üzerine koyup öyle konuşmalı, sadece 10.000 lira türküsü çığırıp durmamalıdır. O biraz yavan oluyor. O, on bin lira almasın 30 bin lira alsın, tamam da 30 bin lira alanın da 100 bin lira alması gerekmez mi? Nasıl bir sınır koyalım ki adalet sağlansın? İnşallah sağlanır... Ben başka bir şey söylüyorum.
Mesela şahsen ben harmanda patoza sap saman atarken o arkadaşlarımızın birçoğu deniz kenarlarından sefa fotoğrafları, gazoz içerkenki görüntüleriyle gündemdeydi. Ben ağlasam yeridir de sen ağlarsan çok da anlamlı gözyaşları olmuyor o yaşlar... Hani bir söz vardır ya "Yazın yediğin hurmalar gelir birgün tırmalar." diye, işte şimdi sen onu yaşıyorsun kardeş.
Ne demişti karınca, cırcır böceğine, "bütün yaz boyunca saz çaldın, türkü söyledin haydi şimdi git biraz da oyna." diye...