Yaşımız ilerledikçe “hayat tecrübesi” denilen bir olgunluğa doğru yol alırız doğal olarak. Çocuklar ve gençler tarafından soru yağmuruna tutulmamızın nedeni de bundandır. Yaşadığımız olaylar, karşılaştığımız insanlar, okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz her şey bizi etkiler ve birçok konu zihnimize yerleşerek sonraki yaşamımızda kullanacağımız bilgiler olarak yerlerini alırlar.
Ne var ki günümüzün ekonomik zorlukları, sosyal ve kültürel olaylar bu bilgi birikimimizi kullanmamız için yeterince destek olmuyor bize.
Ne sıradan vatandaşlar olarak ne devleti yöneten her kademedeki insanlar olarak ne özel sektör ne kamu sektöründe çalışanla ne de kendi işiyle iştigal edenler olarak, zihinlerimizde biriken bu bilgileri yeterince verimli bir şekilde kullanamıyoruz.
Bu birikimlerimizi hep bireysel menfaatlerimize yöneltmiş durumdayız. Toplumsal bir kaygımız neredeyse kalmamış durumda. Varsa da şahsilik yoksa da özel menfaatlerimiz...
Eskiden köylerde insanların bir imece kültürü bir yardımlaşma gelenekleri vardı. Herkes birbirini tanıyordu. Örnek olarak harmanda işi kalanın işi tüm köylüler tarafından bir araya gelinerek görülüverirdi. Kimin hangi partiden hangi mezhepten olduğuna bakılmadan hem de...
Ya şimdi?
Şimdi apartmanlara tıkıştırdığımız insanlar aynı asansörü kullanıyorlar ve onuncu kattan zemin kata kadar birlikte indikleri halde birbirlerine tek kelime etmiyorlar. Bir dairede bir hasta bir cenaze olsa belki de günler sonra haberdar oluyorlar. Çok acı değil mi?
İnsanlarımız yaşanan olaylardan da ders almıyorlar. Depremler oluyor, sel felaketleri, rüzgâr afetleri, trafik kazaları oluyor birkaç dakika ‘vah tüh!’tensonra her şey bitiveriyor.
Sonra da deprem üzerinden, sel felaket üzerinden siyasi malzemeler üretiyor, ailesinden 10 kişiyi sele vermiş, depreme teslim etmiş insanlara olan saygı hilafına koltuk derdine, siyasi menfaat derdine düşüveriyoruz.
Dünyanınbir yerinde savaşlar hüküm sürüyor, katliamlar yaşanıyor, darbeler oluyor, kimsemizin umurunda değil. Bu tür yazıları okuyunca, sözleri duyunca bile “Ne yani umurumuzda olsa ne olacak savaşa mı gideceğiz?” diye anında tepki veriyoruz.
“Bir zulme engel olamıyorsanız onu duyurun.” Şeklinde sözler ile bu halimizin hal olmadığını anlatan sözler dolaşıyor sosyal medyada. Sözün içeriğine bakmaktansa böyle bir söz var mı yok mu tartışması yapıyoruz. “Bu sözün bir hadis mi yoksa Hz. Ali’ye ait bir söz mü olduğunu tartışıyoruz. Hakikaten klinik vaka bizimkisi... Kime ait olmasının ne önemi var ki? Bu sözün bile içini boşaltma gayreti nedendir ki? Ne güzel söz hâlbuki...
Sosyal medya çalışmalarıyla darbeler, mitingler, savaşlar meydana getirilebiliyorken, bu güzel sözler yardımıyla iyilik orduları da kurulamaz mı? Bu tür birliktelikler vasıtasıyla birçok olayın önüne geçilemez mi?
Hayır, illa ki içinde dini bir motif olunca karşı çıkılacak, basitleştirilecek, değersizleştirilecek.
İsrail’in masum çocukları, kadınları, yaşlıları katletmesine karşı çıkan söz ve davranışlara karşı çıkmanın adı İsrail’in yaptıklarına destek verme değil de nedir?
15 Temmuz gibi darbe girişimlerine halkın mukavemeti ve o hareketin karşısına dikilerek elindeki silahları, tankları fırsat bilip milletin malıyla milletin canına kast edenlere karşı çıkmak ve onları etkisiz hale getirmek insanlık görev ve sorumluluğu değil midir?
Bu hareketi değersiz göstermeye çalışmak o hareketi yaptıran FETÖ’ye destek değil de nedir? Böyle deyince şiddetle “FETÖ’ye karşı olduklarını” söyleyenler çifte standart içinde değillerse neredelerdir?
Bir insana nefret ve kin duyguları ile dolu olmak, ona karşı yapılan her türlü kanunsuzluğa destek olmakla mı açıklanabilir?“Böyle bir şey yok.” demek bile aklı normal seviyede olan insanlarla dahi dalga geçmek değil de nedir?
Demokrasiden, sandıktan, millet iradesinden umudunu kesmiş olanların her türlü kanunsuz girişime sempati ile bakmaları ne kadar da bayağı bir davranıştır.
1960 darbesi sonunda ipe götürülen bir başbakanı, üç tane bakanın katledilmesini yıllar süren bayramlarla(!) kutlamadılar mı? Bu cümlelere karşı çıkmak ‘ama’lı ‘mama’lı kelimelerle cümleler kurmak, başbakanın katledilişine sevinç gözyaşları dökmekle eş değer değil midir? Milletin korkuları, bu hareketlere karşı çıkışları başbakan ve bakanları idam edenlerin yine aynı eylemi gerçekleştirebileceklerinden dolayı ortaya çıkmış olamaz mı?
Demem o ki Türkiye Cumhuriyeti’inde yaşayan herkesin beyinlerini algılarla, yalanlarla, hilebazlıklarla deformasyona uğrattılar. Yalanları, yanlışları doğruymuş gibi kodlandırarak beyinlerine yazdırdılar.
Doğruları yanlış, yanlışları doğru gibi anlatarak genel kabul görmüş meselleri zıddıyla aşı yaptılar insanlara.
Türküm” demenin, “Müslümanım” demenin, “vatan”, “bayrak”, “millet” demenin bile alaya alındığı bir konuma getirdiler insanları. Bu ifadelerle cümle kuranlara “ne yani biz Türk değil miyiz?”, “biz Müslüman değil miyiz?” gibi içinde birilerine olan kini, siyasi yoldan kusarak insanımız arasına tefrika sokanların baş tacı yapıldığı, kendi menfaatleri doğrultusunda Müslüman Türk Milletinin mefkûresini, vatan bayrak sevdasını hafife alarak, basit bir şeymiş gibi anlatarak bu yolla vatan ve bayrak düşmanlarının sevgisini kazanma gayreti içinde olan insanlar türedi.
Ne bu Din, ne bu Bayrak, ne bu Vatan ne bu Millet bir partinin, bir grubun, siyasi menfaatleri doğrultusunda, kimin atı hızlı giderse ona binen ve deli danalar gibi oradan oraya koşan siyasetçilerin tekelinde olan ya da bu değerlerle teşbihte hata olmaz, top oynar gibi oynanacak değerler değildir. Bu değerler birer fantezi malzemesi de değildir.
Allah sonumuz hayreyleye.