Bu sabah sonbaharın sarı yüzünde daha çok hüzün gördüm bahçemizde tan ağaran vakte kadar devam eden fırtınanın ardından.
Sandalyeler devrilmiş, küçük avlumuzun duvar dipleri, kapı önleri, kuytu köşe her yer yapraklarla dolmuştu.
Bir aydır aralıksız bombalanan Gazze’de harap olmuş binaların enkazları arasında elleri yüzleri kana bulaşmış masum çocuklar, her şeyini bir anda kaybeden insanların canhıraş çığlıkları, bu kıyamette yangının ortasında kalmış zavallılara bir damlacık su bile veremeyecek hale gelmenin sıkışmışlığı, çaresizlik hissi hüznümü katmer katmer artıyordu.
Bu duygularla gittim Mavi Köşe’ye, bir gazete alıp döndüm. Birinci sayfa her saat televizyon ekranlarında gördüklerimizin küçük bir özetiydi.
Bir köşede cenaze namazına durmuş küçük bir topluluk resmi vardı. Önlerinde kefenlenip iki sıra yere bırakılmış beş altı cenaze… Resmin üstüne şu not iliştirilmiş: AA muhabiri önceki gün fotoğraflarını paylaştığı çocuklarının, dün cenaze namazını kıldırdı. Haberin başlığı resmin altındaydı: Ailesini yok ettiler. Tekbir alırken yakalamış objektif muhabirin görüntüsünü. Göğsünde gazeteci olduğunu belirten ve esasen orada ölümüne görev yapan her gazetecide gördüğümüz için artık iyice aşına olduğumuz bir kelime: Presss… Sağ alt köşede haberin özeti… “İsrail’in haftalardır bomba yağdırdığı Gazze’de Anadolu Ajansı için çalışan serbest kameraman Muhammed El- Alul’un 4 çocuğu ve üç kardeşi hayatını kaybetti.
Sayfaları yavaş yavaş çeviriyorum. Bunların birinde daha büyük bir resmin sol üst köşesine konulmuş resmin haberi sarı kırmızı renklerle: Katliam, Baskın ve Zulüm… İşgalcilerin Kudüs’e saldırıları katlandı. Sayfanın sağ alt köşesinde yanmış bir evin kapısında durup resim çekiyor başörtülü genç bir bayan. Karşısında tamamen kullanılmaz hale gelmiş birkaç eşyanın bulunduğu kömür karası bir duvar ile camları kırılmış bir pencere tablosu duruyor.
Başka bir sayfada bir gece bombardımanında çekildiği anlaşılan başka bir resim…Alevler şehrin üstünü kızıla boyamış, her tarafta beyaz dumanlar göklere yükseliyor. Bu resmin üzerinde de İsrail terör devletinde görevli bir bakanın ‘Gazze’ye atom bombası’ atmaktan söz ettiği cümle konulmuş.
‘Eee, ne var bunda, bu aktarmaya çalıştıklarını ve daha fazlasını her gün görüp duruyoruz, 'Okunmayan Kitap’ bunun neresinde?’ dediğinizi duyar gibi oluyorum. Efendim, bu başlığı gazetenin ‘Düşünce Günlüğü’ sayfasında gördüm. Yazarı, Beyzanur Yılmaz/ Eğitimci- İlahiyatçı Yazar
Yazının başlığını oldukça dikkat çekici buldum. Bu nedenle her pazartesi almayı itiyat edindiğim gazetede ilk okuduğum yazı bu oldu. ‘Okunmayan kitap olur mu?’ demeyin. Oluyormuş. Nitekim bu sorunun cevabını yazarın Tevrat’a muhatap oldukları halde ilahi vahyi bir kenara bırakıp da ırkçılığı din edinen Yahudilerin zulümlerinden bahsettiği yazısının ilk cümlesinden öğreniyoruz:
“Hayatta okumamız gereken bir kitap var: İnsanlık kitabı.”
Öyle ya, bütün kitapların gönderiliş amacı sadece bu kitabı anlamak değil mi?
Doğru bir tespitti bu; zira Allah’ın ‘gör’ dediği yerden bakanların gördüğüydü yazarın dikkatimize sunduğu gerçek.
Allah, şerefli elçileriyle içinde ‘Öldürmeyeceksin!’emrinin de bulunduğu temel insanlık ilkelerini gönderiyordu; lakin kendihevalarını din edinen bu azgınlar güruhu elçileri de getirdiklerini de öldürmüyorlar mıydı?
Beyzanur Yılmaz, Allah’a ve O’nun yarattığı tertemiz fıtrata muhalefet ederek ulaşılan azgınlığı ve sapkınlığı da şöyle dile getirmişti:
“Arz-ı mev’ut adı altında, Allah’ın vadettiği mukaddes toprakları olup, onlara malik olma ve burasını vatan edinme hakkının kendilerine ait olduğunu düşünen Siyonist Yahudilerin uydurduğu bir din ile karşı karşıyayız. Bu topluluk ırkçılığı din haline getirmiş, kendilerini Allah’ın has kulları, diğer insanları ise sağılacak inekler ve kullanılacak köleler olarak görmektedirler. Her vasıtayı mubah sayarak kendilerinden olmayan toplumların maddi ve manevi değerlerine, varlıklarına tecavüz etmektedirler. Zulümle, kanla, hile ile yerleştikleri mukaddes topraklarda başkalarına hayat ve ibadet hakkı tanımamakta, yerlerinden yurtlarından ettikleri insanların ıstırapları karşısında duygusuz kalmaktadırlar.”
Her yıl binlerce, milyonlarca kitap basılıyor; kitap fuarları, kitap günleri düzenleniyor; kütüphaneler ağızlarına kadar kitaplarla dolu. Her gün binlerce milyonlarca kitap okunuyor; lakin insanlığın ulaştığı şu son dönemeçte Gazze denilen küçücük bir kara parçasında, her gün aç susuz ve savunmasız bırakılan insanların üzerine binlerce ton bomba düşüyor. Evler, okullar, hastaneler, mabetler, ambulanslar yer ile yeksan edilirken ortalama her gün üç yüzden fazla sivilin can verdiği bir kıyamette koltuklarımıza gömülüp olup bitenleri sadece seyre dalıp gitmişsek bu durum, bir kitabın, insanlık kitabının, hiç ama hiç okunmadığının en bariz göstergesi demektir.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/ 06 Kasım, 2023