Ülkemizde asrın felaketi denilen büyüklükte, deprem boyutunu da aşan âfet oldu. 10 ilimiz fiilen, ülkemiz ise bunun acı ve yaraları ile yanmaktayız. Devletimiz ve insanlarımız bu yaraları sarmanın, acıları paylaşmanın çaba ve gayreti içerisindeyiz. Bu konuda da, insanlarımız olağanüstü bir özveri ve gayret içerisindeler.
Şahsen ben, Rahmetli Özal’ın (bu vesileyle Ruhu şad, mekanı cennet olsun) kullandığı ve hoşuma giden ‘’Benim Aziz vatandaşlarım.’’ a çok teşekkür ediyorum. İstisnalar hariç, herkes elinden geldiğince, hem kurtarma faaliyetlerine fiilen katılanlarımız çok oldu, hem de, yardım konusunda çok duyarlı davrandılar. Hala da duyarlı davranmaya devam ediyorlar.
Ferdi yardım ve çabaların dışında, birçok dernek ve STK’ların kermes vb. etkinliklerle, Atasözümüzde de ifade edildiği üzere, ‘’Bu çorbada bizimde tuzumuz bulunsun.’’ misali katkıları olmaya devam ediyor. Yazılarımda pek kişisel baz da herhangi bir şeyi zikretmeyi, konu subjektifleşir diye yazmam ama Marifet iltifata tabidir kuralı gereği ve bu konuya bir numune-i imtisal teşkil etsin diye yazıyorum. Daha yeni kurulmuş çiçeği burnunda Üç Karaören Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, ilk faaliyet olarak bu âfet için kermes düzenleyip, gelirini konteynır yapımında kullanılmak üzere, Kaymakam beye teslim etmelerinin görüntülerini sosyal medyadan izledim. Yöneticilerine teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.
Bazen gerçek, bazen de bilgi kirliğinden kaynaklı olumsuz haberleri okuyor, seyrediyoruz. Çok üzülüyoruz. Beni tanıyanlar acizane bilirler, çok titiz bir insanım, özellikle para konusunda olağan dışı hassasım. Hiç taviz vermem, müsamahalı davranmam, ondan dolayı da, iş hayatımda veya güncel hayatta birçok samimi insanla ters düşmüşümdür.
Bu konulara üzülmüyor değilim. Çok, hem de çok üzülüyorum, hiç tavizsiz gerekenin yapılmasından yanayım ve yapılsın da. En sert meyve cevizdir ve kurtla arası en kötü olanların başında gelir. Ceviz hiçbir kurdun meyvesinin içine girmesini istemez ama kurt görevini yapıp, hayatını idame ettirebilmek ve ceviz meyvesinden de tadabilmek için mücadele eder ve başarabildiği cevizin içine girer. Onun için Ata sözlerimizde de yerini almıştır, bir çuval cevizin içerisinde 3-5 çürük olur diye.
Gönlümüzden olmasın isteriz ki, istismarlar sıfır olsun. Ancak insanlar şu veya bu saiklerle, bu tür olaylara meydan veriyorlar ve/veya verebiliyorlar. Buda insan eğitimi ve yetiştirilmesiyle çözülecek bir şey.
Şahsen ben gitmedim ama bu yaşıma kadar karşılaştığım ve izlediğim kadarıyla, Japonya ile Endonezya insanlarını iyi eğitilmiş, dürüst ve kibar bulurum. Şahsen ilk fırsat bulduğum da Japonya’ya gitmeyi arzuluyorum.
Bu, olayın ideal olan tarafı. İdeali yakalayıncaya kadar, önce standardını bir yakalamamız veya ulaşmamız gerekir. Bu da uzun vadeli bir iş ve zaman, emek ve uğraş, ülke olarak ta öncelik ve fedakarlık ister.
Buna ulaşıncaya veya başarıncaya kadar, tek tük istisna sayılacak olumsuzluklara takılıp, bardağın hep boş tarafını görüp, hep eleştiri, hep vaveyla yerine, bardağın dolu tarafına bakıp, ondan yararlanıp, susuz kalmadan, vücudu susuz bırakıp, onun doğuracağı olumsuz sonuçlarla uğraşmak yerine, bardağın dolu tarafını görüp, o sudan yararlanarak, vücudu susuz bırakmadan yaşamı devam ettirip, daha çok doldurmanın veya suyu hijyenik kılmanın çare ve yollarına bakmamız gerekir. Böylece standarda ve ideale ulaşmanın yollarını, dolayısıyla, dürüst insan olmanın ve yetiştirmenin gayreti içinde olmamız gerekir.
Gelinen nokta itibariyle, âfat için gereken yardımlaşmayı mevcut durum normale dönünceye kadar, sürdürmemiz ve milletçe ve devletçe bu işi, acıları asgariye indirip, yaraları sarmamız gerekir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi bu işi başarmak için gerekli olan şey, ’’Damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’
Ülkemiz de gerek bilim, gerekse teknolojik olarak, gerekse de ekonomik olarak belli bir seviyenin üzerine ulaşmış durumdadır.
Yeter ki, çözüm yerine enerjimizi boş şeylere harcamayalım. Örneğin, önümüz de bir seçim var, bu seçimde her siyasi parti, yapacaklarını, uygulayacakları icraatlarım usul ve yöntemlerini, hangi sorun ve problemi nasıl çözeceklerini, mitinglerle, afişlerle, minibüslerin hoparlörlerinden bağırtıp insanlarımızı rahatsız etmek yerine, basın yayın organlarından, medyadan, diğer iletişim yollarını kullanarak yapmalıdırlar. Ve buradan oluşacak kaynak tasarrufunu deprem için aktarmalı, bu kaynakla da, binlerce insanımız ev bark sahibi olup, sıcak yuvasına kavuşmalıdır.
Hem medeni bir toplum olduğumuzu, bu konuda sözle değil de, uygulamayla bunu göstererek, bu konuda mesafe aldığımızı göstermeliyiz. Böylece insanlarımıza da özgüven gelmesini sağlamış oluruz, hem de, bu işi başaracağımızın belirtiler ortaya çıkar. Bu işi başaracağımıza dair insanlarımızın da inanmaları gerekir. İnanmak bir şeyi başarmanın yarısıdır.
10 İlimizde meydana gelen ve direkt olarak 13,5 milyon insanımızı, endirek 85 milyon tüm ülke insanlarımızı etkileyen be depremin yaralarını sarmak için ilk adımı siyasiler olarak sizler atın, uygulayın. Bizim insanımız kadirşinastır, bunun kadri kıymetini, hem sandıkta, hem de başka türlü takdir edecektir.
Yoksa millet şu anda, siyasiler seçim derdinde, depremzedeler âfetin acı ve yaralarını sarma derdinde diye düşünmektedirler. Gelin sessiz çoğunluğun sesi olalım. Bir bardak suda fırtına koparanların durumuna düşmeyelim.
Böyle olmazsa ne olur. Kıyamet kopmaz ama siyasilere azalmış olan güven biraz daha azalmış olur. Millette bunu sineye çekmez, tepkisini vereceği yerde verir. Ya sandığa gitmez ya da oyla sorar. Demokrasilerde vatandaşın elinde ki medeni tek koz odur.
Bu konularda, ,başka türlü düşünenlerimizde olabilir. Bu da gayet doğaldır. Her konuda herkes aynı düşünecek diye bir şey söz konusu olamaz. Ona da saygı duyarız. Kendi görüşlerimiz kadar onlarınki de, belki de fazlasıyla kıymetlidir.