“Komşu komşunun ‘külüne’ muhtaçtır”
Eskidendi, eskimeyen zamanlardan, dağların dağlara kavuştuğu, insanın insanı anladığı, yürekçe konuşulduğu zamanlardan…
Anadolu’muzu inşa eden onlarca hatta yüzlerce güzel gelenek arasında, Komşuluk Geleneklerimiz de vardır. Komşu: “Konutları yakın olan kimselerin birbirine göre aldıkları ad”olarak tanımlanır Türk Dil Kurumunca. Bahsedilen bu mesafe yakınlığı, zamanla akraba bağına dönüşecek kadar iç içe geçebilmekte “komşuluk hakkı” “komşu hatrı” “komşuluk gütmek” “komşu kapısı” “kapı bir komşu” “kapı komşum” “konu komşu”vb. sosyolojik açıdan anahtar kavramlara kapı aralamaktadır. Kapı aralamak demişken; Yaşadığımız şu zorlu hayata göğüs germek, sorunları bir nebze hafifletmek belki de kolaylaştırmak için insanın yanında kimler vardır sorusuna; Yakınlarımız! Demekteyiz genellikle. Bu yakınlar kimdir denildiğinde ise ya akraba ya da konu komşu deriz düşünmeden. Öyle zamanlar gelir ki komşularımızla akrabalarımızdan daha sık görüşür daha fazla şey paylaşırız… “Evde kalmamış hadi komşunun kapısını çalıver” “Çiçekleri sulaması için anahtarı kapı bir komşuma bıraktım” “Çocukları okuldan komşu kadın alacak” “Komşu hatrı saydık ilk sizin kapıyı çaldık” “Komşudan başka kimin kapısına varayım?” “Tütmüştür komşum, bizim azımız size çok olsun, akşam afiyetle yersiniz”vb örneklerimiz çoğaltılabileceği gibi yüzlerce yıldır sürdürülen bu güzel bağ, komşuluk geleneği ile taçlanıp, nice atasözü, deyişlere evrilmiş ve zamandan zamana aktarılmış ki içlerinden en sevdiğimdir; “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” Elbette kül ne işimize yarayacak diye düşündürüverir bu atasözü bizleri. Çünkü yaşadığımız zaman öyle boyut değiştirdi ki bazen kendimiz dahi anlam veremez olduk. Fayda beklentisi güden bireylere dönüşmeye ve geleneklerin anlamlı halde devamı yerine çıkar kaygısı güdülmesine destek olmaya başladık. Bu konudaki serzenişim şöyle aslında: Çıkar gütmek mi gelenek haline geldi yoksa bizler çıkar gütmeyide çıkarımız haline getirip yeni gelenek zincirleri mi tanımlıyoruz? Elbette gelenekler de zamanla yerleşmiş,kalıplaşmış ve toplumsal süreçte vazgeçilmez olup yaptırım gücünü miras bırakmıştır. Tabii atalardan miras kalırken kendine özgülüğünü yitirdiği, değişime uğradığı zamanlarda olmuş ve olacaktır. Kül de böyledir işte! Eskiden çamaşır yıkamak için deterjanın olmadığı, ya da pahalı olduğu zamanlarda kül suyu ile aklanırmış kirler. Üşenmedim büyüklerime sordum; “Kül ile kir paklanır mı?”“Paklanmayı bırak, kül suyu ile yıkanan çamaşırlar türüm türüm tüterdi”Dediler. Oldukça zahmetli görünen bu iş, günümüzde doğal yaşamı seçen modern insan grupları tarafından da yeniden kullanılmaya başlanılmış. Neyse gelelim kül suyuna; Odunlar hararetli ateşte yakıldıktan sonra kalan kül boşa götürülmeyip büyük tencere ya da kazanlarda kaynatılıyor. Sonra bir gece dinlenmeye alınıyor ki küllerin tamamı kazanın dibine çöküp, suyu berraklaşsın. Çamaşır zamanı kaynatılan sıcak suya, berrak küllü soğuk su ekleniyor ve çamaşırlar el ile çitilenip sabun yardımı ile de arındırılıyor. Zahmetliii! Oldukça hem de ama kimyasal zarardan kaçınmak isteyenlerce günümüzde bile kullanılmakta. İşte bu kül o kül! Sende yoksa komşudan isteyiver külü! Öyleyse birbirimize her anlamada muhtacız aslında; Asansöre binerken, merdiven çıkıp inerken, yolda, sokakta, pazarda, cenazede, mevlitte, kandilde, bayramda, düğünde. Boşuna dememiş atalar: “Komşuda pişer, bize de düşer” ve ne güzeldir ki hâlâ da devam ettirenlerimiz vardır bu geleneği! Öyle ya mahalleyi, yağda cızırdayan pişi kokusu aldıysa, bizim evin kapısı çalınacaktır. Yahut aşurenin enfes kokusu yedi mahalleyi tutmuşsa,envai çeşit tatlar damağımızda yer bulacaktır… O halde “Ev alma komşu al” sözünü yabana atıverme! Komşunu iyi seç! Ya da iyi komşu ol! İyilik bizde kalsın düsturuyla yürü ve gençlere örnek olup gelenek zincirine yeni halkalar ekle… Sen iyi ol!“Komşu ekmeği komşuya borçtur”Derdi babaannem, nurda yatsın! Komşun kapını bir kere çalıp Allah ne verdiyse uzatıyorsa sen de uzat! Demekti bu. Lakin bu davranışın, güzel tarafı şuydu; Sende olan onda, onda olan da sende yoksa değiş tokuş edin! Ne güzel aslında. Senin varın onun yoku! Böylece yaşam güzelleşir, tazelenir belki. Belki de yeniden öğreniriz “KÜL MUHTAÇLIĞINI” Ne me lazım, muhtaç olmadan bilinmez diyeceğim ama “İnsan insanın kurdudur” diyen T. Hobbes’i ömrümce eleştirdiğime bakılırsa bir orta yol bulmak gereğine inanıyorum. Hasılı “Komşusu açken tok yatan bizden değildir!” diyen Yüce Peygambere kalp kulağımızı vermeli ve yanı başımızdan geçip giden kim olursa olsun elimizden geleni yapmalıyız. Komşumuza gelince; Hastasında, cenazesinde, düğününde, yemeğinde-mevlidinde…vs bulunduğumuz gibi zamanın getirdiği hız ve haz yükünü derinliğine anlayıp, zaman ayırmaya-hatır sormaya-selam vermeye gereğinden de gerekli davranmaya çalışmalıyız kanaatindeyim naçizane!
Tüm bunları yazarken konu komşu hatrı kadar her canın da hakkını gütmek şiarımız olsun demeden de geçemeyeceğim… Bu arada “KÜL” konusunda ta eskilerden yadigar bir öneriyi de yazmadan edemedim; Çamaşırları en iyi temizleyen ve türüm türüm tüttüren Meşe Ağacı Külü imiş… İlla ki Meşe Külü derdi babaannem! Haydi sağlıcakla sevgili Dostlar! İyi niyetimizle kalalım…
AYŞE ÜNÜVAR
Uzm. Psk. Dan.Eğitimci Yazar