banner202

banner203

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

banner176

Bu konuda çok şey yazılabilir, söylenebilir ama yazılmış bir hikâyeyi alıntı yapalım. Bitiminde, bir kaç Kelamı kibar da biz eyleyelim. Alıntı aynen şöyle;

                     Amerika'da master yaptığım yıllarda, çalıştığım üniversitenin yemek salonu açık büfe şeklindeydi.

                     Herkes dilediği yemekten istediği kadar alabiliyordu.

                     Yemekhanenin kapısında;

                     "Take what you need. Eat what you take" (Yiyeceğin kadar al, ne aldıysan ye) diye yazmakta idi.

                     Bir gün aynı masada yemek yediğimiz Çinli bir arkadaşı, tabağında kalan son pirinç tanesini almaya çalışırken görünce dayanamadım; denemek için dedim ki:

                     "Bir pirinç tanesi için neden bu kadar uğraşıyorsun?

                     Bırak tabakta kalsın."

                     Çinli arkadaşın verdiği cevap çok düşündürücüydü:

                     "Her Çinli bir pirinç tanesi israf etse, Çin nüfusu ile çarp bakalım, kaç ton pirinç yapar?

                     Biz kalabalık bir ülkeyiz, israf etme lüksümüz yoktur." dedi.

                     Yine denemek için dedim ki:

                     "Şu anda Çin'de değil Amerika'dasın.

                     Tabağında bırakacağın pirinç tanesi Çin'i değil, Amerika'yı zarara uğratacaktır?"

                     Bu sözlerim karşısında güldü ve şöyle dedi:

                     "Yaşadığım ülke olan Amerika'yı bu şekilde zarara uğratmak onurlu bir davranış olmaz."

                     Çinli arkadaşı bu onurlu davranışından dolayı tebrik ettim ve düşüncesini paylaştığımı söyledim.

                     İslam dininin bu konudaki;

                     "Yiyiniz içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez." buyruğunu açıkladım.

                     Çok hoşuna gitti.

                     Tam o sırada, Ürdünlü Müslüman bir arkadaş tabağındaki yemek artıklarını çöp sepetine boşalttı.

                     Bunu gören Çinli arkadaş Ürdün'lüyü göstererek:

                     "O Müslüman değil mi?” dedi.

                     O kadar üzüldüm ki, ne diyeceğimi bilemedim.        

                     Hikâye burada tamamlanıyor.

                     Osmanlı'nın son dönemlerinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Avrupa seyahati aydınlar(!) arasında moda olmuştu. Gerek ticaret, gerekse seyahat amacıyla, birçok kişi Avrupa turlarına katılmışlardı. Çoğu döndüğünde Batı'ya duyduğu hayranlığı dillendiriyor, kendi toplumunu ise küçümsüyordu. Bu seyahate çıkanlardan biri de Almanya’nın Berlin şehrine giden Mehmet Akif Ersoy’dur. Tabii döndüğünde ona da soruyorlar, “Avrupa nasıl?” diye Akif, bu soru karşısında halen güncelliğini koruyan şu cevabı veriyor: “Ne olsun, gördüğüm kadarıyla işleri var dinimiz gibi, dinleri var işimiz gibi!”

                      Maalesef ki, biz Müslümanlar olarak tasarrufta da, her şeyde de, uygulama ve yaşantı olarak örnek olmamız gerekirken, örnek olamadığımız gibi, Batı'yı ya da hak dine mensup olmayanların örnek gösterildiği bir manzarayla karşı karşıyayız.

                     Burada sırf Müslümanları günah keçisi yapmak veya hedef tahtasına koymakta doğru değildir.

                      Müslümanların, hem dini değerlerinden ve inançlarından, hem de kültür ve geleneklerinden uzaklaştırılması için, uygulanan özel projelerle adeta pusuya düşürülen askeri birlik gibi çapraz ateşe alınmışlardır.

                     Sonuçta, iki cami arasında kalmış binamaz veya beynamazlar gibi, ne İslam dininin emirlerini yerine getiren, ne de, Avrupa'nın istediği gibi batılılaşamamış, günümüz Türkiye manzarasında olduğu gibi, ilim sahibi olmadan fikir sahibi olduğunu, bilgi sahibi olmadan tv ve günlük hayatın içindeki konuşma ve uygulamalardan edindiği bilgi ve tecrübeler ile istisna ve çok az bir Elit kesim hariç, kendini Allameyi Cihan zanneden, Ulema yeri "ULAMA" olan kozmopolit bir toplum ve kitle oluşmuştur.

                     Böyle olunca, gıda israfı konusunda da, maalesef ki, gerekeni yapamayıp, sınıfta kaldık.

                     Çözümün eğitimde olduğunu herkes biliyor, ama doğru eğitimin nasıl ve şekil olacağını çok az insan biliyor.

                     Bununda, nerede, ne zaman, ne şekilde olacağı ve hangi eğitim metodolojisi ile yürütüleceği konusunda fikir birliği ve netlik yok.

                     Bu netleştirilse bile, bunu verecek eğitim ordusunun bu formata uygunluğu ve yetiştirilmesi ayrıca bir problem.

                     Bunların dışında en son aşama, bunun Devletimiz ve o günkü siyasi irade tarafından uygulama riskinin göze alınıp alınmayacağı ayrı bir sorun.

                     Bunlar zamanla ve ciddi uygulamalarla aşılabilir.

                     Bana göre, en büyük engel, bu işin, 657-Devlet Memurluğu mantığı ve uygulaması ile çözülemeyeceğidir. Ama ümitsiz de olmayalım. Zordur ama imkansız değildir. Zoru başarmak da, bir başkanın değil, Lider'in yapacağı bir iştir.

                     Bakalım hangi ananın doğurduğu Lider insana bunu başarmak nasip olacak.

                     Bu başarılıncaya kadar, alınacak bazı tedbirler ve eğitimde yapılacak uygulamalarla, gıda israfının, tamamen olmasa da, belli oranda önlenmesi mümkündür.

                     Sizce, çöpe atılan diğer gıdalar ile birlikte pirinç taneleri ülkemizde ne zamana kadar çöpe gidecek dersiniz?

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.