Kâinatın sahibi ve Rabbi olan Allah ile bağlarını koparmamış insaf, iz’an, vicdan sahibi her faninin teslim ettiği en temel insanlık gerçeğini Yunus Emre 700 yıl önce şu dizelerle işlemişti insanlık kilimine:
“Yetmiş iki millete/ Bir göz ile bakmayan
Şer’in evliyasıysa/ Hakikatte asidir”
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı ve on günü aşkın bir süredir devam eden işgal harekâtının yerinden yurdundan ettiği yüz binlerce insanın akın akın ulaştıkları Avrupa kapılarında gördükleri muamele ile Suriye, Irak, Afganistan, Filistin, Yemen gibi ülkelerden can havliyle kaçıp gelenlerin başlarına gelenlerin aynı olmadığını, görüp duruyor; izliyoruz.
Avrupa ve ABD’nin ünlü yayın organlarının muhabirleri Ukraynalı muhacirler için ayrımcılığın, ırkçılığın zirvesi denebilecek bir dil kullanıyorlar. Kendileri gibi, mavi gözlü, sarı saçlı, beyaz tenli; kendileri gibi araba kullanan bu insanların uğradıkları haksızlığı kabullenemediklerini belirtip bunun şaşkınlığını yaşadıklarını aktarıyorlar. Burası Suriye, Irak veya Afganistan olmadığı halde nasıl olur da medeni Avrupa’nın ortasında yaşanır bunlar, deyip üzüntülerini ifade ediyorlar. Kameralar onlar üzerinde dolaşıyor an be an. Bu arada aynı ülkeden kaçabilmek için tahliye trenlerine binen Afrikalıların dondurucu soğukta trenlerden atıldıkları, Polonya sınırına ulaşabilenlerin sınırlarda gene renkleri sebebiyle farklı muamele gördükleri, aşağılandıkları da haberlere konu oluyor. Aynı kameralar buraları pek fazla göstermiyor.
Aslında Batı cephesinde değişen pek bir şey yok. Olan hep aynı, hesap aynı hesap: Koyun ot derdinde, kasap et...
Sanayi devrimiyle sermayeyi ve gücü ellerinde tutanların çıkar hesaplarına her şeyi kurban edebildikleri bir dünyada yaşıyoruz. Bana göre birtakım kirli hesaplar için şimdilik kurban kendilerinden. Kendilerine benzeyen mültecileri karşılama davranışlarına bakılırsa ülkelerini terk etmek zorunda bıraktıkları yahut böyle bir felakete neden olduklarını düşündükleri insanları fazla mağdur etmeyecekleri düşünülebilir.
Ukrayna’ya Rus saldırısının başladığı 24 Şubat Perşembe günü Yeni Şafak’taki köşesinde ihtiyar dünyamızdaki dengesiz gidişata dair klasik tabloyu şu cümlelerle resmetmişti Gökhan Özcan ‘Bataklıkta çiçek açmaz mı?’ başlıklı yazısında:
“Güçlü olanlar, olmayanları hamur gibi istediği gibi yoğuruyor, istediği şekle sokuyor. İnsanlığın ortak değerleri dediğimiz şeyler kampanyalara özgü imaj cilalamalarından öteye geçen bir anlam taşımıyor. Yüzyılın bayında hepsi birer insanlık rüyası olarak parlatılan hedeflerin cilalarının altından kirli paslı gerçekler çıktı. Artık herkesin acı ve endişeyle yatıp derin korkular ve kederlerle uyandığı kaotik bir gezegende yaşıyoruz. Aydınlık, rahat, konforlu bir gelecekle ilgili fanteziler ürküntü verici senaryolarla karardı çoktan. Dünyanın bir yarısı neredeyse her gün hayatta kalabilmek için mücadele veriyor. Diğer yarısı iyi kötü çarkını döndürecek imkânlara sahip ve bunları kaybetmenin korkusu bütün hayatlarını kaplayan bir kâbusa dönüşüyor her geçen gün. Mutlu bir azınlıksa tatminsizliğin dibini bulmuş, kolay kazanılmış güç ve servetlerini hangi saçmalıkla çarçur edeceğinin derdinde.”
İnsan, rengi, ırkı, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun insandır; lakin görüyoruz ki hangi nedenle olursa olsun bunun göz ardı edilebildiği yerde başlıyor tüm huzursuzluklar, savaşlar; ölümler ve zulümler…
Hayata hep kendi muhitimizin, sosyolojimizin pencerelerinden baktık. Bu bakış çok defa Allah’ın gör dediği yer ve gösterdikleri olmadığı için yanıldık. Oysa zulüm kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun zulümdü. Yazarın bahsettiği çiçekler bir gün açacaksa kendimize ve üzerinde yaşadığımız gezegene adil olmayı başardığımız zaman açacak.
Her türlü asabiyetin tırmandıkça tırmandı-rıl-dığı dünyamızda insan insanı ötekileştirerek yaşama hakkı dâhil her şeyini alıp yok etmeye çalışıyor. Gücünü bundan alan bir sektör var ve pazarın canlı tutulması için strateji hesapları yapıyor; büyük emekler sarf ediyor, yığınla harcama yapıyor. Ayrıştırıyor, vuruyor, vurdurtuyor!
Oysa asıl kaybedenin hayat olduğu bir vuruşma bu.
Sözün burasında Cengiz Dağcı’nın adım adım gelen Rus işgaliyle Kırım’da yaşanan acıları anlattığı ‘Onlar Da İnsandı’ adlı ünlü romanını hatırlamamak olmaz. Hatırlayıp, sonunda ettiği su duaya ‘âmin’ demek istiyorum her türlü ırkçılığa, ayrıma ve haksızlığa deva olmasını umarak.
"Evet onlar da insanlar. Pavlenkolar, İvanlar, Kostüyükler, Vasil Dimitrouiçler, Stepanlar belki bunu gülünç görecekler; ama nasıl görürlerse görsünler ben eserimi tekrar sakin bir dua ile bitirmek istiyorum. Romanımı kapatırken, 'Tanrı'm' diyorum, onlar da insan, acı onlara. Kendileri gibi başkalarının da insan olduklarına inandır onları."
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal/08 Mart 2022