Canından aziz bildiği sevgili milleti ve tüm insanlık için yaptıklarıyla dünya durdukça rahmetle anılmayı fazlasıyla hak etmiş olan Mehmet Akif Ersoy’u ebediyete göçünün 84. Yıldönümünde bir kez daha şükranla, minnetle anıyoruz.
Bu yıl sevgili şairi ölümsüz eseri Safahat’ının ikinci kitabı ‘Süleymaniye Kürsüsünden’ âlem-i İslam’a daha doğrusuhal-i perişanımıza tuttuğu projektörleyâd etmek geldi içimden.
Eser 1912 yılında yayımlanmıştır.
Ali Değirmenci imzasıyla ‘Haksöz’ dergisinin Mart 2008 sayısında çıkan makaleye göre‘şiirde Doğu Türklerinden olan ve bir yolcu olarak İstanbul’a da uğrayıp Süleymaniye’de bir vaaz veren Abdürreşid İbrahim Bey konuşuyor gibidir; ancak şiirin bütününde mısralara renk, heyecan ve düşünceleri akseden ses’ M. Akif’le bütünleşmektedir.
“Kürsüde konuşan bu adam; alışılagelmiş hocalara benzememektedir. Bilgili, donanımlı, duyarlı ve cesurdur. Şöyle başlar:
“Bana siz âlem-i İslâm'ı sorun, söyleyeyim
Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim, görmediğim”
“İstanbul'un her yönden içler acısı hâline tanık olduktan sonra Rusya'ya gider yolcumuz. Rusya'da da o tarihlerde büyük bir baskı ve zulüm vardır. Burada gizlice bir matbaa kurarak insanları irşada koyulur vaizimiz. Devir, Avrupa'da tahsil modasının öne çıktığı devirdir. Doğu dünyası, yetenekli evlatlarını Batı'daki okullara göndermekte, dönüşlerinde de mevcut izmihlaline çareler aramaktadır. Ancak Avrupa'ya gidenlerin bazıları yabancılaşmakta, Batının gönüllü yeniçerilerine dönüşmektedir” (A.Değirmenci)
Şiirde bu hayal kırıklığı vaizin dilinden şu mısralarla dile getirilir:
“Sonra zenginlerimiz: “Haydi gidin, fen getirin.”
Diye, her isteyenin şahsına bilmem kaç bin
Ruble tahsîs ile sevkeylediler Avrupa’ya;
Pek fedâkâr idi hemşehrilerim doğrusu ya.
…
Hiç unutmam ki, cömerdin biri, hem zengin adam,
Beni yüzdürdü nihâyette şu sözlerle: “İmam,
Günde on kerre gelip istediniz hep verdim.
Yine vermezsem eğer millet için, nâ-merdim.
Yalınız, ehline gitsin bu emekler...
Hâli ıslâh edecekler, diyerek kaç senedir,
Bekleyip durduğumuz zübbelerin tavrı nedir?
Geldi bir tânesi akşam, hezeyanlar kustu!
Dövüyordum, bereket versin, edepsiz sustu.
Bir selâmet yolu varmış... O da neymiş? Mutlak,
Dîni kökten kazımak, sonra, evet, Ruslaşmak!
O zaman iş bitecekmiş... O zaman kızlarımız,
Şu, tutundukları gâyet kaba, pek ma’nâsız
Örtüden sıyrılacak... Sonra da erkeklerden,
Analık ilmini tahsîl edecekmiş... Zâten,
Müslümanlar o sebepten bu sefâlette imiş:
Ki kadın “sosyete” bilmezmiş, esârette imiş!..
Din için, millet için iş görecek alçağa bak;
Dînipâmâl edecek, milleti Ruslaştıracak!
Bunu Moskof da yapar, şimdi rızâ gösterelim;
Başka bir mârifetin varsa haber ver görelim!
Al okut, Avrupa tahsîli desinler, gönder,
Servetinden bölerek nâ-mütenâhî para ver;
Sonra bir bak ki: Meğer karga imiş beslediğin!
Hem nasıl karga? Değil öyle senin bellediğin!
..
Kızımın iffeti batmakta rezîlin gözüne...
Acırım tükrüğe billâhi, tükürsem yüzüne.
Demiş olsaydı eğer: “Kızlara mektep lâzım...
Şu kadar vermelisin.” Kahrolayım kaçmazdım,
Elverir sardığımız bunları halkın başına...
Ben mezârımda, huzûr istiyorum, anladın a!
Biraz insâfa gelin, öyle ya artık ne demek?
Zengin olduk diye, la’net satın almak mı gerek?”
Tatarlar diyarındaki çalışmaların devrin yöneticilerini rahatsız edince üzerindeki baskılar artar. Oralarda çalışma imkânı kalmayınca Türkistan’a gider. İlim, sanat ve fen denilince ilk akla gelen şehirleri Semerkant, Buhara, Taşkent onu heyecanlandırır. Ancak görür ki Müslümanların yaşadığı her yer gibi o güzelim beldeler de cehaletin, taassubun ve zilletin pençeleri arasında inim inim inlemektedir. Şu mısralar da bu acı tabloyu çerçeveler:
O rasadhane-i dünya, o Semerkand bile;
Öyle dalmış ki hurâfâta o mazisiyle:
Ay tutulmuş, "Kovalım şeytanı kalkın!" diyerek,
Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek!
Çin’de, Mançurya’da da durum farklı değildir. Bu gezide dinleri İslam olmadığı halde hayran olduğu, huzur duyduğu tek diyar Japonya olur; çünkü ‘doğruluk, ahde vefa, va’de sakat, şefkat’ gibi erdemlere fazlasıyla sahip olan bu millete ‘Müslüman denmesi için tek eksikleri tevhiddir’
Süleymaniye Kürsüsünde şiiri gerçekten aydınlarımıza, halkımıza, yüzyılların birikimi sorunlarımıza döneminin şartlarında tutulan, bugünümüzü de aydınlatmaya devam edenkuvvetli bir projektördür.
Cehaletle savaşı hayatının en önemli gayesi bellemiş, hayatını imanına şahit kılmış Mehmet Akif’e göre imandan sonra hayatı anlamlı kılan değerler işte bunlardır:Doğrulu, ahde vefa, va’de sadakat ve şefkat.
Gösterdiği tek, güvenilir ve sarsılmaz yol bellidir:
“Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol/ yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol”
Nur içinde yat büyük şair, seni andıkça ve anladıkça daha çok kaplıyorsun içimizi, İstiklal Marşı’mızla birlikte ufuklarımızı!
Şu uzun gecelerde Safahat’a da ayıracak vaktimiz olsun.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal, 28 Aralık, 2020