banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Eskiden kaza ve köy arasında kurulmuş olan bölümler vardı ve bu bölümlere “nahiye” ya da “bucak” denilirdi. Bu yerler,  bir nahiye müdürü tarafından yönetilirdi. 1970 yılları itibariyle artık nahiye müdürleri atanmamaya ve fonksiyonları bitirilmeye başlanmıştır. 2011 yılı itibariyle Türkiye’de 634 bucak, nahiye mevcut iken, 2014 yılında bucaklar resmi olarak tamamen kaldırılmışlardır. Bu yerlerin birçoğunda belediye teşkilatı dahi yoktu. İşte o yerlerden biriydi Çavuş...

Benim doğduğum köy de Seydişehir İlçemizin bir nahiyesi olan Çavuş’a bağlı idi... Çavuş, şimdi o zamanların Çavuş’u değil. Nüfusunun binlercesiİzmir’de, Konya’da, Antalya’da Seydişehir’de yaşıyorlar. Herkes, ekmeğin peşine takılıp başka diyarlara gittiler, Çavuş’u kendi yalnızlığına bırakarak... Ama yaz aylarında neredeyse hepsi yine ona koşuyorlar. Hasret gideriyorlar onunla.

Dün, internet ortamında; Çavuş Nahiyemizin 1999 yılında belediyelik olmasında çok büyük emeği geçmiş olanve ilk belediye başkanlığı görevinde de bulunmuş olan Nedim Öner Başkanımızın Çavuş sevgisini özetleyen bir paylaşımını gördüm. O paylaşım benim bugünkü yazıma temel oluşturdu.
Çavuş’un bir fotoğrafını şu sevgi cümleleri ile paylaşmış Nedim Başkan:

“Sevdam, aşkım; ÇAVUŞ.”

Ben de bu paylaşım için uzunca bir yorum yaptım ve yazarken gerçekten duygusal anlar yaşadım. Sonra burada yazıya dökmeye karar verdim. “Eskiye rağbet olsaydı eğer, bitpazarına nur yağardı” demişler. Bunu da “eskiler” demişler hani... Madem “eskiler” böyle söylemişler o halde biz de onların bu tür sözlerine itibar etmeyip kaile almayıverelim bazen de... Ne yalan söyleyeyim “eski” denilen çoğu şeylerin verdiği lezzetin,birçok yenide olmadığını söylemek abartılı olmaz sanırım.

İşte asıl yazım:

Çavuş'un bende ve benim gibi bütün Oğlakçılılarda ayrı bir yeri ve ayrı bir önemi vardır. Mesela, Çavuş benim için Şakir Hoca demekti. Manav Mehmedi demekti çocukluğumda. Bayram şekerlerimizi Oğlakçı'dan yürüyerek gelir, onlardan temin ederdik yine yürüyerek geri dönerdik. Sıklıkla da onlar, at ve eşeklerin sırtında, bakkalı bizim köye getirirlerdi. Defterlerimizi, kalemlerimizi onlardan alırdık. O küçücük bakkal dükkânlarının penceresine bir ipe dizilen tükenmez kalemler, benim için sarrafların vitrinlerinde parlayan, altın bilezikler mertebesindeydi o zamanlar. Onun bir tanesine bile ulaşmamız imkânsız denilecek kadar zordu. Para yoktu...

Ayrıca Çavuş, benim vetabii ki Oğlakçılılar için “yürümek” anlamı taşırdı. Ona ulaşabilmek, gidiş ve geliş olmak üzere 16 kilometrelik bir mesafeyi yürümeniz ve sadece yürürken tam iki saatinizi harcamanız gerekirdi ve bu gidiş gelişleri bazen haftada birkaç kez yapmak zorundaydınız.

Çavuş benim için, Muzaffer Öner demekti. Zira o benim ilk öğretmenimdi. Benim tahsil etmemdeki en büyük pay ona aitti. 

Çavuş demek, Üğümemetlerin Fahrettin'in, Bahattin'in Dursun'un, Halil’in Hakkı'nın traktörü demekti. Biz, traktöre “motor” derdik o zamanlarda... Motorlar bizim köye bir iş için gelip geri dönerlerken, kasalarına asılır, Cavuş'a kadar gider, sonra yaya olarak köye dönerdik biz çocuklar... 

Çavuş benim için “gurbet” demekti, “hasret” demekti. İzmir'e hamallık için giden babalarımızı bize kavuşturan yer demekti. 

Çavuş benim için bisiklet demekti. Çavuş Kayasının dibinde öğrendim bisiklet sürmesini...

Tat Memet demekti Çavuş benim için. Ayrıca Gamas Kuyusu demekti. Bahattin'in Dursun'un emektar otobüsünün Gamas Kuyusu civarında devrilmesini hatırlarım Çavuş aklıma gelince... O otobüsün içinde bir çocuk kazazedeydim. Tam bir yıl kaburga kemiklerim ağrıdı kaza sebebiyle.  Şu an yoğun bakımda tedavi gören babamın kaza anında; "Tayyarım, Tayyarım!" diye bağırmasını hatırlarım hep. O kazayı birlikte yaşadığımız ve şimdi yüzon yaşlarında olan Nuri Amcayı hatırlarım. 

Çavuş deyince kavurmalı yumurta, gül reçeli, taş gibi yoğurdun bulunduğu beyaz çinko sahanlar gelir aklıma. Rahmetli Muzaffer Öner Öğretmenim 1969 yılı olabilir,Oğlakçılı öğrencileri, Çavuş'a geziye götürdüğünde, öğlen olunca her bir öğrenciyi Çavuşlu bir öğrenciye misafir olarak vermişti. Beni,İsakların Mehmet götürmüştü evlerine. Sofrada ise yukarıda saydığım yiyecekler vardı. 

Yine Çavuş deyince aklıma, bir bayram arifesinde bayram şekeri almaya geldiğimiz Çavuş'tan Oğlakçı'ya dönerken arkadaşlarımla birlikte, Çavuşlu çocukların bizi Delioğlunun Ağılının oraya kadar dövmek için kovaladıkları gelir aklıma. 

Yıl 1972. Henüz 13 yaşındayım. Devlet parasız yatılı sınavlarına kayıt olmam için Seydişehir'e gitmem gerekiyor. Çavuş deyince, babamın, Dedeciğin Başımevkisine yaktığı ateşe bakıp bakıp gece 03.00'da tek başına Çavuşa gittiğim o korkulu gece gelir aklıma. Yıllarca yaz tatillerinde, şubat tatillerinde, Çavuş'tan Oğlakçı'ya yaya olarak gidip geldiğim çöl sıcağı gündüzler,ayazdan donmaktan kıl payı kurtulduğum, zemheri ayazlı geceler gelir aklıma. 

Aklıma; daha sonraki yıllarda o yaya yolları kendime ait 1979 model aracımla giderken eski günlerin zorluklarını düşünüp ağladığım o anlar gelir...

Çavuş deyince aklıma kendimin de 25 yıl süreyle görev yaptığım Ordumuzun bir teşkilatı olan Jandarma Karakolu gelir... 1978 yılında, karakol komutanı olan Uzman Çavuşun, Seydişehir’den Oğlakçılıları taşıyan minibüsü rehin bırakıp, kadın-kız, genç-yaşlı, çoluk-çocuk demeden, karakolun önünde beş saat beklettiği zemheri gecesi gelir aklıma. 

O zamanlar, önemli kişiliğini kavramaktan uzak olsam da Çavuş deyince aklıma;Memiş Hoca Efendi Türbesi gelir.

Daha neler neler geliyor da boşverin birlikte ağlamayalım, zamanınızı da boşa harcamayayım şimdi. 
Hem Oğlakçı’da hem de Çavuş’ta, üstelik Oğlakçı ve Çavuş dışında yaşayan tüm hemşehrilerime sağlıklı uzun ömür, vefat edenlere de Allah’tan rahmet diliyorum. 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.