Çarpıtılmış gerçekler dünyasında yaşamak ortalığı kopkoyu sislerin kapladığı göz gözü görmez bir havada yol almaya benzer; nereye toslayacağı belli olmaz.
İnsanoğlu gerçekleri çarpıtarak anlatmayı oldum olası pek sevmiştir. Bir dil inceliği olarak evlenmeyi ‘dünya evine girmek’, ölmeyi ‘göçmek’ veya ‘rahmet suyu içmek’ diye ifade eden güzel adlandırma kapsamına girenleri dışarda tutarsak siyasi, sosyal ve ekonomik pek çok alanda gerçeklerin oldukları gibi değil de algı oluşturma amacıyla çarpıtılarak sunuluşuna tanıklık ediyoruz.
Demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, eşitlik kardeşlik gibi kavramların propaganda amaçlı kullanıldığını, bunları dillerinden düşürmeyen sözde ileri ve modern Avrupa ülkelerinin birçoğunun insan hakları ihlalleri hatta toplu katliamlar bakımından sabıka kayıtlarının dolu olduğunu rahmetli Akif’in ‘tek dişi kalmış canavar’ nitelemesinden beri çok iyi biliyoruz. Mesela Fransa’da Hz. Muhammed’e hakaret içerikli karikatürleri onaylamayan Müslüman çocuklara nasıl terörist muamelesi yapılarak gece baskınıyla evlerinden götürüldüklerini ve saatlerce tutulduklarını yeni gördük. İnançları, kıyafetleri, ibadetleri sebebiyle kendileri gibi olmayanların şahıslarına, evlerine, işyerlerine ve mabetlerine yönelik ırkçı saldırıların haddi hesabı yok.
Tanzimat’la başlayan Batılılaşma maceramız, gerçeklerin çarpıtılmasıyla oluşturulan algıların gözlerimizi iyice kör etmese bile en azından her şeye yamuk bakmamıza neden olan dinamik süreci başlattı. Bir çeşit sarhoşluktu bu. Paris ismi telaffuz edilir edilmez hep bu makyajlı yüzü hayal ederek kendinden geçenlerimiz bile oluyordu.
“Unutmamak gerekir ki algılar, aklımızı; aklımız, duygularımızı ve duygularımız, davranışlarımızı etkiler. Hayatımız ise davranışlarımızın bütünüdür.”
“Öyle ise ahlaki davranışın kaynağında bir şeyi doğru algılamak vardır. Doğru algılamak ise doğru adlandırmakla olur.”
Bu tespitlerin sahibi yazar Bilgin Erdoğan, ‘Ahlaki Davranışın Kaynağı Üzerine’ adlı makalesinde ahlakı ‘fıtrata uygun davranış’ olarak tanımlıyor. Bunun dini karşılığına ‘maruf’ dendiğini, marufun ‘ ifsad olmamış herkes için genel geçer ortak iyi’; ‘ahlaktan kopuk davranışlar’ dediği münkerin ise ‘her insan vicdanının kabullenemediği orak kötüler’ anlamına geldiğini belirtiyor. İnsanın en temel vazifesinin işte bu ‘maruf’ denilen ortak iyilere teşvik etmek ve münker denilen ortak kötülüklerden kendisini ve tüm insanlığı uzak kılmak için çaba sarf etmek’ olduğunu vurguluyor.
İşte tam da bu noktada ihtiyacımız var vahyin penceresinden bakmaya; zira bir şeylerin adını doğru koymak bu şart. Allah’ın ‘gör’ dediği yerden bakanlar, O’nun gösterdiklerini, şeytanın ‘gör’ dediği yerden bakanlar da tabi ki onun gösterdiklerini göreceklerdir.
Oldukça zihin açıcı bulduğum makalesinde Erdoğan, doğru isimlendirme ile ahlaki davranış arasında sağlam bir bağ olduğunu, ahlaki davranıştaki kopuşun sebebinin çoğu kez bir olguyu doğru isimlendirememekten kaynaklandığını analitik felsefenin kurucularından Gottlobb Frege’den naklettiği şu örnekle açıklıyor:
“İnsanlar, güneş doğmadan hemen önce gökyüzünde gördükleri parlak yıldıza ‘Sabah Yıldızı’, yine akşam güneşin batışından sonra gördüklerine ‘Akşam Yıldızı’ derler. Oysaki gördükleri hep aynı Venüs gezegenidir. Algısal isimlendirme ile olgusal isimlendirme farklıdır”
Apaçık haram olduğu beyan edilen faize faiz değil de ‘nema’ denmesi ve gene Rabbimizin ‘asla yaklaşmayın!’ buyurduğu zinaya ‘seviyeli ilişki’ veya buna benzer daha başka adlar verilmesi yahut piyangoya ‘şans oyunu’, kazanana ‘talihli’ denmesi gibi örnekler hep algıları olguların yerine geçirmeye çalışmanın şeytani usullerinden olagelmiştir. Bunlar ilk bakışta problemsiz gibi görünen ‘maruf’u ‘münker’ yapma operasyonlarıdır.
Sosyal sorunları veba salgınına benzeten yazar bugün mahiyetini daha iyi algıladığımız korona gerçeğinden hareketle hepimizi dikkatli olmaya çağırıyor: “Bir mahallenin karantinaya alınması demek (FETÖ gibi) o virüsün diğer mahalleleri tehdit etmeyeceği anlamına gelmez. Yapılması gereken, sosyal hastalıkları doğru isimlendirip o toplumdan kategorik olarak uzaklaştırmaktır. Bunun yolu ise ancak, doğru isimlendirme ile aydınlanarak mümkün olur. Çoğu zaman bir cemiyette, ahlaki duruşun ortaya çıkmaması, olguları isimlendirmedeki problemden kaynaklanmaktadır. Doğru isimlendirme, doğru bilgilenmeyi; doğru bilgilenme ise doğru değerlendirme yapabilmeyi doğurur.”
“Kur’an’ın ve onun baş muallimi Allah resulü Hz. Muhammed’in (A.S) biricik vazifesi bu ahlaki kopuşun önüne geçmektir. Dolayısıyla onu takip eden bizlerin de en temel vazifesi bu olmalıdır.” Kur’ani Hayat sayı 71
“Şüphesiz ki Allah’a ahiret gününe iman edenlerle Allah’ı çok anan kimseler için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır.” Ahzab/21
Selamların en güzeliyle…