banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Doğrular, doğrular, doğrular…

        Ömrü boyunca insanoğlunun işitip de umursamadığı, bilip de yapmadığı, görüp de görmezden geldiği ne çok doğru var!

        Doğru söz, dosdoğru yol, doğru düşünce, doğru iş-eylem; doğru eş veya arkadaş, doğru muhit, doğru karar; doğru bilgi, doğru seçim, doğru duruş; doğru adres, doğru rehber, doğru kazanç…

        Bir yerden başlamaya görün hele. Uzar gider.

        Mesela bir yerden atasözleri hareketlenir…

        Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.

        Doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek.

        Doğru söyleyenin tepesi delik olur.

        Doğru söz acıdır/ Doğru söz yemin istemez.   

        Yanlış yoldan doğruya ulaşılmaz.

        Bir yerde doğru ve doğruluk söz konusu olunca ne olursa olsun, takınılacak en ahlaki tavrın ne olması gerektiğini bırakalım Ziya Paşa söylesin:

        “İnsan a sadakat yaraşır görse de ikrah

        Yardımcısıdır doğruların hazreti Allah”

        Ayaklarımız dolaşıp düşebiliriz. Düştüğümüz yerden doğrulup kalkmak için doğru iplere veya doğru desteklere ihtiyacımız olduğu kesin. Bir de kılı kırk yaran selim bir akla…

        Doğrular konusunda önümüze konulan blokajlardan söz edilir zaman zaman.

        Mesela doğru tarih öğretimi… Bir kısmımız tarihimiz konusunda bir kısım gerçeklerin üstünün bilinçli olarak örtüldüğünü düşünür. Mesela yakın tarihimiz çok tartışılmıştır. Eşref Edib’in Kara Kitap’ı, M. Müftüoğlu’nun Yalan Söyleyen Tarih Utansın’ı, Kadir Mısıroğlu’nun Lozan Hezimet Mi Zafer Mi? si etrafında nice fırtınalar kopmuştur. Bir kısmımız dabunları şiddetle reddederek ihanetle suçlamıştır. İfratla tefrit sarkacında sallanıp duran kuşaklar olduk.

        Her olayı, olguyu kendi döneminin şartları içinde ve bunları göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerek. Yoksa doğruyu ararken her adımda bir yanlışa sürüklenmek kaçınılmaz oluyor.

        Tarih ibret almak için okunur. Dünü ve bugünüyle bir bütün olarak… Doğru bakmak, doğru okumak, doğru değerlendirmektir önemli olan. Bu şekilde oluşacak tarih bilincimiz, ayağımızı vatan toprağına daha bir sağlam basmamızı sağlayacak en önemli değer demektir.

        Dilimiz, tarihimiz, yüz yıllardır meydana getirdiğimiz maddi ve manevi kültürümüz nerelerden, hangi mecralardan neler neler yaşayarak akıp geldiğimizi gösteren bir ulu ırmak gibidir. Gün olmuş coşup taşmış, heybetiyle kendinden söz ettirmiş; gün olmuş, yaşadığı büyük felaketlerle mahzun akmıştır. Doksan Üç Harbi, Balkan Savaşları, ardından yedi cephede savaştığımız Birinci Dünya Savaşı yılları bu büyük nehrin kanla karışık yaslı aktığı dönemlerdir.

        Osmanlı’yı parçalayıp ümüğümüze çöken emperyalist canavarlara karşı büyük bir silkinişle verdiğimiz Kurtuluş Savaşı ile bir kez daha doğrulduk çok şükür düştüğümüz yerden. Çekilmek zorunda kaldığımız milyonlarca kilometre kare topraklar üzerinde onlarca devletçik kuran sözde medeni akbabalar bu coğrafyadan ellerini hiçbir zaman çekmediler. Büyük bedeller ödemeleri karşılığında bağımlı yapılar oluşturdular. Bağımlılığı tek taraflı bozmak isteyen yapıları tekrar tekrar talan etmekte tereddüt etmediler.

        Yüz yıldır çektiğimiz sıkıntılar bağımsızlığımız karşılığında ödememiz istenen bedelle ilgilidir aslında. Bu doğru okunursa, aramıza tefrika sokmak isteyenlere inat vereceğimiz mücadelede o nispette başarılı olacağımızı düşünüyorum.        

        Mahir Kaynak 22 Aralık 2013'te şunu demişti. "Türkiye'nin kuruluşu bir başarıdır ama buna karşılık bir bedel ödüyoruz. Bu bedel dünyada belirlenen yerimizi değiştirmemek ve bağımlı bir güç olmaya devam etmektir. Bu zincirleri kırmak isteyen her iktidar cezalandırılmıştır. Bu cezayı uygulayanlar, yani geçmişteki darbeciler hiçbir şekilde ülkeye zarar vermek için bunu yaptı denemez. Onlar ülkeyi kurtarmak istediklerini sanırken bağlı olduğumuz zinciri tamir ettiler ve biz büyük güçlerce yönetildik..."

         Salih Tuna’nı 23 Nisan 2019 yayımlanan Zincir Sesleri başlıklı yazısında rastladığım M. Kaynak tespitini, dikkatlerimizi ‘millet’ denilen büyük ırmağa çevirip bizi teferruatlarla oyalayıp enerjimizi boşa harcatmak isteyenleri görmemiz bakımından önemli bulduğumu söylemeliyim.

        Bugün mücadelemizde geldiğimiz yere bakınca Salih Tuna’nın o yazının finalinde söylediği doğrulara katılmamak elde değil.

        “Bedel ödetmeye devam ediyorlar, devam edeceklerdir.
Hep söylüyorum, tekrar edeyim: Saldırı topyekûndür, direniş de topyekûn olmak zorundadır.”

        Selamların en güzeliyle…

        Hacı Halim Kartal, 07 Eylül 2020

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.