Bugün Kurban Bayramı’nın ikinci gün…
Bu bayram da Ramazan Bayramı gibi buruk geçiyor. Gerçi o zaman sokağa çıkma yasakları ve belli yaş gruplarına uygulanankısıtlamalar vardı hatta bayram namazına dahi gidememiştik. Şimdi hiç olmazsa gidebildik.
Birinci gün bayram namazı ile başlayan hareketlilik, ilerleyen saatlerde kurban kesim yerlerinde ve kimi evlerde alışık olduğumuz malum telaşlarla akşama kadar devam etti. Karşılaştıklarımızla maskeli ve mesafeli bayramlaştık. Mahallemizin çocuklarından bizim doya doya yaşadığımız o güzel geleneği sürdürmek isteyen birkaç çocuk dokundu zilimize koskoca bir günde.
Bayramlaşmanın tüm yükünü telefonlara yüklemiş durumdayız. Daha çok bir kısmı maalesef kalıp olan kısa mesajlarla karşılar olduk bu ihtiyacı. Neredeyse her bayramda aynısı kullanılan bu hazır mesajları sevmiyorum. Kardeşim, niyetin bayramlaşmak ve hal hatır sormaksa ya aç ara; bir sesini duy yahut ne diyeceksen kendi sözlerin olsun yazdıkların.
Ahval şimdilik böyle… Böyle olunca gözümüz telefonlarda; elimizden düşürmemeye, yanımızdan yöremizden ayırmamaya azami gayret sarf ediyoruz. Bir dostun sıcacık sesini duyuversek gözlerimiz parlıyor, moral katsayımızda belirgin bir artış oluveriyor o anda.
Bu sabah işte öyle bir duyguyu yaşadım mesajlara bakarken.
Birincisi yıllarca hiçbir bayramı atlamadan arayan eski öğrencilerimden birine aitti. Şimdi öğretmen olan bu eski öğrencimin kendine has üslubuyla çok mutlu eden mesajı şuydu: “Bayramınızı tebrik ederim hocam, her gününüzün bayram sevinci mutluluğuyla geçmesini, iki dünyanızın da cennet olmasını dilerim. Her zaman dualarımdasınız.”
Allah razı olsun. Hatırlamanız bayram sevincimize kanat oluyor. Rabbim sizleri de sevindirsin.
Çok duygulanmama neden ola ikinci mesaj da başka bir öğrencimindi. Bu mesajda kullanılan şiir, çocuklarının yaşadığı kimi sorunlar sebebiyle bayram sabahları yüzünde bir parça hüzün dalgasının gezindiğini gördüğüm annemi hatırlamama neden olmuş, alıp götürmüştü yıllar öncesine. Anladım ki bayram mesajında Şükrü Enis Regü’ye ait olduğunu gördüğüm bu şiiri kullanan öğrencim de bir bayram sabahı ihtimal yakın kaybettiği annesini çok özlemiş olmalıydı. Baktığı her yerde onu görüyordu. Ben de öyleydim; çünkü şiiri görür görmez otuz üç yıl önce vefat eden annem hafızamdaki son haliyle karşımdaydı adeta. İşte ‘Bayram Mektubu’ adlı o şiir:
“Bugün gene bayram anneciğim
On yıl önceki gibi bayram.
Bilirim ne çok özlemişsindir beni
Yolumu beklemişsindir günlerce;
Postacıdan mektup, rüzgârdan haber sormuşsundur.
Ve uzun uzun düşünmüşsündür:
Çocukluğumun bu mesut bayram sabahlarını,
O küçük ayakkabımı, mendilimi, ipek kravatımı.
Elbet kucağına alıp beni doya doya
Ne kadar da büyümüş evlâdım diye
Öpüp okşayasın gelmiştir.
Elbisemi giydirmek, saçımı taramak istemişsindir;
Tanrım seni kem nazardan saklasın deyip
Dualar yollamışsındır.
Ve belki bu mübarek günde anneciğim
Elini öpüşümü, anne deyişimi
Canın çekmiştir.”
Üzerinden ne kadar sene geçerse geçsin onların yokluğu her zaman hele bayram sabahlarında daha bir yoğun hissediliyor.
Ben de bir arkadaşıma yazdığım mesajda adını verdim şiirin ve altına şu duayı ekledim: Vefat etmiş tüm annelere rahmet, hayatta olanlara selam olsun.
Şu kahrolası korona sebebiyle ortalığın pek tadı tuzu kalmadı. Yaz ortasında geçip gider diye umutlanırdık; işte ağustosa girdik, durum o ki kolayına geçip gideceğe de pek benzemiyor.
Adını mektup koymuştuk yazının! Pek mektuba benzemedi ama biz gene de mektup havasıyla dua niyetine C.Sıtkı’nın dizeleriyle bitirelim:
“Memleket isterim
Yaşamak sevmek kadar gönülden olsun
Olursa bir şikâyet ölümden olsun”
Bayramınız mübarek olsun!
Selamların en güzeliyle…
H. Halim Kartal, 01 Ağustos 2020