Bir ihanete tiyatro demekten daha büyük bir ihanet olabilir mi? Söz konusu eylem-söylem ilişkisinin ortaya çıktığı yer Türkiye ise buna o kadar şaşırmamak gerekiyor her halde.
Öğrencilik yıllarımda bir yaz tatilinde mavi bisikletimi çaldıkları zaman köylülerimden çok duyduğum hırsızlık psikolojisini açık eden şu sözü hiç unutmam: Görürsen şaka, görmezsen şamata!
15 Temmuz ihanetinin üzerinden dört yıl geçti. Dile kolay! Milletin emaneti olarak kendilerine teslim edilen her türlü silah kullanılmış; 251 insan şehit olmuş, binlercesi yaralanmış. Yaralarından hala dumanlar tüter. Ankara’da Gölbaşı Özel Harekatt’a göreve başladığının ilk günün gecesinde F 16’lardan atılan bombalarla şehit olan Muhsin Kiremitçi ve arkadaşları okulların yıl sonu müsamerelerine çıkmış oyuncular mıydı?
Nereden emir aldıkları artık iyice belli olan bir grup hainin; adlarını, sözüm ona, ‘Yurtta Sulh Konseyi’ koyup darbe bildirisi okutarak Şehitler Köprüsü’nde, Genel Kurmay’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi civarında, TRT’de veya adlarını bir bir sayıp dökmenin mümkün olmadığı daha başka yerlerde karşılarına çıkan her canlıya acımasızca ölüm yağdırdıkları kapkaranlık ve kanlı bir gecede yaşananların nesi tiyatro Allah aşkına?
Nitekim bir dönem de PKK’nın silah bırakması ve kardeşliğin tesisi için yapılan büyük bir organizasyonun terör baronları tarafından bozulmasıyla artan terör olaylarına da ‘saray oyunu’ dememişler miydi? Bunun gibi 15 Temmuz gecesi hafızalarımızda silinmez kazınmaz izler bırakan bir alçaklığa ‘tiyatro’ denmesi de olsa olsa hırsızlık yaparken yakayı ele veren hırsız refleksiyle izah edilebilecek bir durum olsa gerek.
Bu nedenle her şey milletin gözleri önünde kabak gibi ortada duran şeyler için laf cambazlığı yaparak hedef saptırmaya çalışmanın âlemi yok. Olayların veya durumların adlarını doğru koyalım. Kim yaparsa yapsın ihanet ihanettir, millete karşı millet iradesini gasp etmeyi amaçlayan yapılan her türlü darbe alçaklıktır; buna asla tiyatro denemez, diyorsa o da onlardandır.
Bugünlerde Ayasofya’nın 86 yıl sonra yeniden ibadete açılmasıyla ilgi bir kısım yorumlarda 15 Temmuz’a ‘tiyatro’ etiketi yapıştıran güruhun cevvaliyetinden hiçbir şey kaybetmediklerini fark edebiliyoruz. Ayasofya hamlesi güya ekonominin kötüye gidişini unutturma hamlesiymiş. “Cambaza bak!” denilerek çaktırmadan başka hesaplar görülüyormuş.
Akşam haberlerini izliyorum. TBMM’de ‘15 Temmuz Milli Birlik Günü’ dolayısıyla yapılacak görüşmelere bazı partilerin başkanlarının katılmama kararı aldıkları haberi; bu günün sel gibi, salgın gibi diğer haberleri arasında oldukça ilgi çekici geldi bana. Nedeni gayet basitti; bir ihanetin kalkışmasının yıldönümünde adı ‘15 Temmuz Milli Birlik Günü’ konulan bir günde milletin meclisinde milletin seçip oraya gönderdiği insanlar birlik olamıyordu işte. İnsanın doğası gereğidir; farklı görüşlere sahip olsak da bir taraftan da milli meselelerimizde durduğumuz yer bakımından pergelin sabit ayağı gibi olamaz mıydık? diye hayıflanmadan edemiyoruz.
Millet hayatında devamlılık esastır. Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman veya Abdülhamid Han farklı bir milletin liderleri de Osmanlı’dan sonra Cumhuriyetin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere bu dönemin devlet adamları başka bir milletin mensupları mı? Bunun gibi ayırıcı, birilerini baş tacı edip bir kısmını dışlayıcı yaklaşımların düşman sevindirmekten öte kime ne faydası olur? Sovyetler devrim yaptık diye Çarlık dönemini yok mu sayıyorlar? Hangi millet tarihsel birikimini bir kalemde yok sayıyor? Ayasofya konusunda Fatih Sultan Mehmet Han’ın emekleri ve vasiyeti konusunu tartışmak hangi saygıyla, sorumlulukla bağdaşır?
15 Temmuz’un adını doğru koymak, doğru anlamak ve anlatmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
Millete, millet iradesine millet imkânlarını kullanarak yapılan darbeleri hafife almanın böylesi ihanetleri fırsat buldukça yapacaklara cesaret vermekten öte bir kıymeti olmayacaktır.
15 Temmuz’u o karanlık gecede hainlere geçit vermemek için tanklara, bombalara göğüslerini siper ederken can veren kahramanları unutmayacak, unutturmayacağız.
Milletinin bekası için gerektiğinde can gibi en aziz varlığını gözünü kırpmadan feda edebilenlere ne mutlu! Ruhları şad olsun, rahmet olsun!
Rahmetli Arif Nihat Asya’nın hepimizi bu topraklarda bayağımızın ebediyyen dalgalanması için kanını bu topraklar için dökmüş aziz şehitlerimize bir parça saygıya davet eden şu mısralarıyla bitiriyorum.
“Öpelim temizse dudaklarımız
Fakat basmasın toprağına
Temiz değilse ayaklarımız”
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal
15 Temmuz, 2020