Bazen çekip gitmek istiyorum...
Her istendiğinde inilemeyen,
Her istendiğinde çıkılamayan dağların başına...
Kurt ulumalarından, baykuş seslerinden başka seslerin olmadığı yerlere...
Sütbeyaz karların yağdığı, karların altında kardelenlerin gülümsediği dağlara...
Her taşın altından taze filizlerin güneşe göz kırptığı dağlara...
Böğründen buz gibi berrak suların, sarp derelerle dans ettiği dağlara...
Bir meşe ağacının dalları arasına bir “köşk” kurmak,
Sabahtan akşama, akşamdan sabaha orada durmak istiyorum.
Bir çuval kepekli un, bir çakmak taşı, birazcık kav...
Yanıma aldığım bir kaç kitap, bir kaç tane mum,
Belki orada gerçekleşir elli beş yıllık umudum.
Sabahları; komşu ağaca konan bir bülbülün sesiyle uyanmakistiyorum.
Derelerin buz gibi sularıyla yüzümü yumak,
Dağ lalelerinin kesif kokusunu içime çekmek istiyorum.
Güneşin karşı dağlara vurduğu şavkı,
Uzaklardan çobanların mırıldandığı bir şarkı,
Ömrümün; beş tane on bir yılına yıllar ekler diye düşünüyorum.
Eklemese ne çıkar?
Hiç değilse ömrümün geri kalanını, çirkinliklerden azade yaşamak istiyorum.
Ölürken bari, tertemiz havayla vermek istiyorum son nefesimi...
Belki gittiğim yer; başka dünyaların Cehennemi...
Tertemiz duygular götürmek istiyorum.
Tertemiz dağ havası,
Güzel gülümsemelerle gitmek istiyorum.
“Bu dünya, başka dünyaların Cehennemi mi acaba?”
Demiş biri...
Haşa!
Acaba öyle mi ki?