Yaşayarak öğrendiğimiz acı gerçekleri anlatmak için kullanılan bir sözdür bu: Akla gelmeyen başa gelirmiş…
Geçen yılın ilkbahar, yaz hatta güz döneminde yaşadığınız, fırsat buldukça gezip dolaştığınız mekânlarda çekilmiş resimlerinize bakarak derin bir muhakeme yapabilirsiniz her halde. Mesela geçen yıl 23 Nisan’ından birkaç kare… Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı Milli İrade Meydanı’nda çocuklarınız veya torunlarınızın rengârenk bir ortamda cıvıl cıvıl gösterilerini izliyorsunuz. İşte o an birisi karşımıza dikilip de ‘Bak arkadaş, önümüzdeki yıl acayip şeyler olacak, ‘korona’ denilen bir virüsün sebep olacağı ölümcül bir salgın sebebiyle haftalarca hatta aylarca evlerimizden çıkamayacağız!’ deseydi ‘haydi oradan şom ağızlı seni!’ diyerek kovalamaz mıydık?
İşte bu yılın bahar aylarını geçen yıl kim söylese inanamayacağımız denli büyük sıkıntıları yaşayarak geçiriyoruz. Bu hafta kimisi bayramlarla birleştirildiği için üç, kimi dört günü bulan sokağa çıkma yasaklarının sekizincisi uygulandı. Alınan kararlarda ucu bize dokunduğu için haliyle en sevimsiz madde ‘65 yaş üstü…’ kelimelerini içinde barındıran oluyor. Bir yaş grubundaki insanların toplumun cüzzamlıları gibi aylar sonra dün kılınmaya başlanan cuma namazlarından bile mahrum bırakılmalarını izaha ‘can sıkıntısı’ deyimi kifayet etmiyor.
İşte tam burada kitaplar, eski resimler ve şarkılar yetişiyor insanın imdadına. Ben denedim: Bayramın üçüncü günüydü. Eşim bahçede yeni diktiği fidelerle meşgulken bir köşede Mustafa Kutlu’nun ‘Şeydişehir Kitap Günleri’nde aldığım Vatan Yahut İnternet adlı kitabına dalıp gitmiştim. İçinde ‘Aşk ve Şiir’, ‘Fikir ve Şiir’, ‘Gönül’, ‘Ah Bu Gönül Şarkıları’, ‘Tanpınar ve Türküler’ gibi daha önce okumadığım, konuları itibariyle ilgimi çeken birbirinden güzel yazıların bulunduğu kitap, doğrusu içine fazlasıyla hüzün karışmış bir bayram günü şekerden de baklavadan da iyi gelmişti. Öyle ki çalışırken denemeleriyle tanıttığımız Suut Kemal Yetkin’e ‘Canım Kitap’ adıyla yazdıkları sebebiyle bir kere daha kak verdim o an.
Yazar( S. K. Y) bugün bile bazı cümlelerini unutmadığım yazısında okuma ihtiyacımızı şöyle dile getiriyordu: ‘…insanlar toplu olarak yaşadıkları halde, gene de yaratıkların en yalnızıdırlar. Dıştan birbirlerine yakındırlar, ama içten aralarında ne uzaklıklar vardır! Acısını duyuracak kimse bulamayınca, atının boynuna sarılarak içini boşaltan, Çehov’un arabacısını düşünüyorum. Okuması olsaydı, böyle yapayalnız kalır mıydı?
Dünyada hiçbir dost, insana kitaptan daha yakın değildir. Sıkıntımızı unutmak, donuk hayatımıza biraz renk katmak, biraz ışık vermek, daracık dünyamızda bulamadığımız şeyleri yaşamak için, tek çaremiz kitaplara sarılmaktır. Bırakınız ıssız bir adaya gitmeyi, herhangi bir yolculuğa çıkarken bile hangi okur yazar, yanına bir-iki roman, bir-iki şiir kitabı almayı düşünmez? Yolculukta, çoğu zaman olduğu gibi çevremize bakıp dalmaktan, yanımıza aldığımız kitapları okuyamayacağımızı bilsek bile, onları gene de el altında bulundurmak isteriz. Çünkü onların can yoldaşı olduğunu biliriz. Düşünüyorum da, şu dünyadan kitap yok oluverse yaşamak ne kadar güçleşir, çekilmez bir ağırlık olurdu! Romancı veya şair için yazmak nasıl dayanılmaz bir ihtiyaçsa, okur için de yazılanları okumak, öyledir. En kötümser zamanlarımızda yardıma koşan onlardır. Ataç, ölüm yatağında, kendini görmeye gelen Sebahattin Teoman’a, “Hastalıkta ağrıları dindirici en iyi ilaç şiirmiş. Boyuna şiir okuyorum.” dememiş miydi?
Kitap, bizi avuttuğu gibi, yükseltir de.Kısa hayatında insanın edindiği deneyler ne kadar azdır. Oysaki şiirler ve romanlar, yaratıcılarının türlü iç deneyleriyle kaynaşırlar. Onlarla zenginleşir, onlarla eksikliklerimizi gideririz.”
Mustafa Kutlu’nun andığım yazıları içinde ‘Aşk ve Şiir’ başlığı taşıyan denemesinde üstat, değişen sosyolojiyle birlikte hayat tarzımızın ne büyük bir hızla değiştiğini (dünden bugüne) karşılaştırmalı ne güzel anlatmıştı! Bu anlatışta bayramın ikinci günü vefatının 37. Yılında rahmetle andığımız Necip Fazıl Kısakürek’in “Utanırdı burnunun ucunu göstermekten sütninem” mısraını düşündüren bir hava vardı.
Bu yazının bir hayrı da şu oldu benim için: Birbirinden güzel hikâyeleri ve denemeleri ile sevdiğimiz M. Kutlu’nun “güzel” kelimesini fazlasıyla hak eden şiirlerinin de oluğunu öğrenmek. Bulduğum birkaç şiirinden ilk okuduğum ‘Sebepsiz Yere’ adını taşıyan ‘Vay be!’ dedirten cinstendi bana göre.
Dışarıya çıkamadığınız için canınızın sıkıldığını mı hissediyorsunuz? Can sıkıntısıyla cebelleşmeye hiç gerek yok. Severek okuyacağınız bir şeyler bularak veya kendinize zevk alarak yapacağınız küçük meşgaleler çıkararak o sıkıntılı atmosferden kurtulmayı başarabiliriz.
Deneyin; iyi geldiğini göreceksiniz.
Selamların en güzeliyle…
Hacı Halim Kartal 31 Mayıs 20