Anladım ki hayatın penceresinden seyre durmuşken dünya bir oyunun içine aldı bizi.
Halbuki eskilerin sözüyle her gelen bakıp geçecekti bu pencereden lâkin bu sefer
seyredurmak ne kelime, dört nala koşturmaktayken bulduk kendimizi bir oyunun serabında.
Koştuk kendimizi yırtarcasına, yetişemeyeceğimiz yetersizliklerimize. Peşinden koştuğumuz
yeni yetme heveslerimiz olsa da arkamızda bizi kamçılayan kendimizden başkası değildi.
Koştuk, kibrin kat kat yükselen yığınlarında pelerininden tutmaya çalıştığımız
hevanın ardı sıra. Tam kavrayacakken sır oldu, uçup gitti avuçlarımızdan. Baktık ki kalan
benliğimizden gayrısı değil.
Koştuk, bir canavara dönüşüp de yağmalanan tamahı esir etmek için. Bir de ne
görelim bu, nefsimizden başkası değil.
Koştuk, bir gölgelik zaman diliminde kalacakken, metalaştırılan vaktin aralıklarında
sıkışıp kaldık, acziyetimizle yüzleştik.
Koştuk, koştukça siretimizden bir parça bıraktık ardımızda. Hep daha fazlası, daha
büyüğü, daha çoğu bizim olsun diye dünyada ne nefes bıraktık ne hoş sedâ ne de hakiki bir
düş. Güneşin huzmelerinden nasiplenmek, rüzgarın kanatlarında bir masala dalmak ve bir
dostun gölgesinde serinlemek varken kendimizi yine kendi acziyetimizin esiri yaptık
sabırsızlığımızla, tamahkârlığımızla. Şayet dünyaya savaş açılırsa mağlup olan insanlığın
acziyeti olacaktır.
Yaşamın sıradanlığı sayıp da güneşin, mavi göğün, kökleriyle derine dallarıyla
yükseğe tutunan ağacın, kuşun, nefesin, sıhhatin ve daha nicesi nimetin renklerini görmeyip
sadece boşluğa bakar gibi bakmak kendimize züldür, eziyettir. Ve anladım ki aslında bunlar
her zerresi için şükredilecek, paha biçilemez bir servettir.
Terazinin kefesine konmadan muhasebesini yapmak gerek kendimizin, kendilik
gayemizin. Ve anladım ki insan diyardan diyara koşmak yerine yürekten yüreğe yürümeli ki,
yoluyla yolcu, gayesiyle öncü olabilsin.
-Ümmühan Dündar