Bu yıl Nobel ödülü Peter Handke’ye verildi. (Gazeteler)
Önce şu bilgi notuna bakalım: Saraybosna’da Müslüman Boşnakların “kendi kendilerini öldürdüklerini ve suçu Sırplara attıklarını” savunan Handke, SıplarınSrebrenitsa’da soykırım yaptığına asla inanmadığını belirtmişti.
Bir kanalda konuyla ilgili görüşlerine başvurulan değerli araştırmacılarımızdan Ali Ayçil, ülkemizde ve Batı’da bu konunun tartışıldığını; ancak Batılı zihnin kendinden olmayan dünyayı konumlandırdığı yerden bakmadığımız için bize tuhaf geldiğini, esasen bunda yadırganacak bir şey olmadığını, onların her zaman böyle önyargılı, taraflı bir refleksle hareket ettikleri vb. değerlendirmeler yaptı.
Ne var bunda? İslam düşmanlığının zirvelere tırmandığı Batı’da her şey kabak gibi ortada iken asıl şaşılacak olan başka türlü davranmalarını beklemek!
Ali Ayçil’in konuyla ilgili değerlendirmelerinde Batı’nın ne olup olmadığını anlama bakımından edebiyat dünyamızdan iki isimi özellikle anışı dikkatimi çekti. Bu iki şahsiyetten biri Kemal Tahir, diğeri İsmet Özel’di. Kemal Tahir, ülkemizde 1930’lu yıllarda yaşanan siyasi atmosferi anlattığı Yol Ayrımı romanında “Biz Batı’yla er-geç, ister istemez hesaplaşmak zorundayız! Bunu gerçekten yapmadıkça, Batı’ya hizmet teklif etmekle belayı başımızdan defleyemeyiz.” derken haritamızı doğru okuduğunu bugünden bakınca daha iyi anlıyoruz.
Lütfi Bergen’in‘Kemal Tahir’de Devlet ve Doğu Batı Kapışması’ başlıklı makalesinde konuya dair açılan pencerelerden dikkatlerimize sunulanlar oldukça zihin açıcıdır: “Kemal Tahir’e göre Batı-Doğu farklılaşması bir boğuşmadır. Batı-Doğu boğuşması, aslında Batı’nın Doğu’yu sömürmesi hırsına dayanır. Bu hırs, Batı’nın sömürme gücünün son zerrelerini yitirene kadar devam edecektir.
Tarihteki Batı-Doğu boğuşmasının biz Türklerle ilgili dönemi, 10. yüzyılda Haçlı Seferleri ile başlar. Doğu’yu soymak için yola çıkan Batı’lı soyguncular, Anadolu’yu geçer geçmez, İznik’teki Türklerle karşılaşırlar.
Osmanlılar tarih yüzüne çıktıktan sonra Rumeli’ye geçmişler, tarihsel bir ödev yüklenmişlerdir. Bu ödev, Batı soygunlarına karşı Doğu’yu savunmaktır. Batılaşma, Osmanlı tarihinde bir çeşit kıyamettir. Batı soygunlarına karşı Doğu’yu savunma ödevinden çekilmektir. Bir kendini öldürme kararıdır: 1) Batı’yla anlaşmanın “Sulh içinde bir arada yaşamanın” kesinlikle imkânı yoktur; 2) Batılı olmayan bir toplumun Batılı bir toplumla dış görünüşten başka bir benzerliği yoktur. Biri kuşsa diğeri balıktır. Batılaşmadan önce Osmanlı toplumu Batı’ya karşı yekpare idi. İçerde ajanlık sökmüyordu.
Batılaşma hareketi başlayınca Batılılar üç unsuru (asker, ulema, memur) ele geçirmek hareketine giriştiler. Osmanlılık aslında Batılılığa katiyen uymadığı için bu üç unsurdan Batı’ya gönüllü yazılanlar emperyalizm tarafından kullanılmışlardır (TAHİR, 1992: 389- 391).
Batı algımızdaki arızalı seyre dikkat çekenlerden biri de İsmet Özel’dir. Şiir Okuma Kılavuzu eserinin önsözünde Türklük ve gâvurluğun bakışık karşıtlıklar olmadığını söyler. Şaire göre “Türk –Gâvur karşıtlığı ortaya çıktığından beri Avrupa Türkleri nasıl algıladıysa Türkler de Avrupalıları öyle algılamadı. Avrupalılar için Türkler hep bela idi. Türkler ise Avrupa’ya hep orada neyin olgunlaştığını öğrenmek kastıyla baktılar. Avrupa sanayi devrimini idrak edene kadar o topraklarda Türklerin olgunlaştığına kanaat getirdiği hiçbir şey yoktu. Türkler savaş meydanlarında hissettikleri mağlubiyet acısıyla tanışıncaya kadar Avrupa’da gördüklerini hiç beğenmediler. Askeri mağlubiyet acısı onları Batı’da beğenilecek bir şeyler bulmaya zorladı. Bu zorlama sonucunda Avrupa’da kemale eren ne varsa, onu edeplerine kısa zamanda dâhil etmekten fütur eylemediler. Türk’ün edebine Avrupa malı unsurların dâhil edilişi alelusul ve derme çatmadır.”
Ne yapmalıyız?
Haşmet Babaoğlu’nun (16.12.19) günü Sabah’ta yayımlanan ‘Neo-kolonyalizme Karşı Kültürel Hazırlık’ başlıklı yazısında gördüğüm dikkat çekici öneriye ben de katılıyorum. Bu, ‘Sömürgecilik Tarihi’ tarihi adıyla bir dersin eğitim programlarına dâhil edilmesidir:
“Geçenlerde "Okullarımızda sömürgecilik tarihi artık ciddi bir ders olarak yerini almalıdır" diye yazmıştım, hatırlarsınız.
Batı'nın karanlık yüzünü şimdi öğrenmeyeceksek ne zaman öğreneceğiz?" diye sormuştum.
Düşünün...
Çocuklarımız Batı'nın gücünü, refahını, bilimini ve daha pek çok şeyini "Tanrı'nın lütfu" gibi öğreniyorlar.
Buna canınız sıkılmıyor mu?
Dahası var...
Küreselci güçler hegemonyaları için tasarladıkları yumuşak geçişin tıkandığını görüyor ve neo kolonyalist çağa hazırlık yapıyorlar.
Bizim de bu muhtemel saldırıya karşı zihinsel ve kültürel olarak hazırlanmamız gerekmez mi?”
Batılı zihnin bizi konumlandırdığı yer yüz yıllardır hiç değişmemiştir ve orada bize hayat hakkı yoktur. İşimize dört elle ona göre sarılalım.
Selamların en güzeliyle… 17 Aralık, 19