1980 yılında memuriyete atandım. Doğum tarihim 1962...
O zamanın kanunlarına göre ve mesleğimin tabi olduğu mevzuata göre 38 yaşında emekli olma hakkı kazanıyordum.
Memurluk süremin ilk çeyreğinde kanun değişti ve 80’li yılların son çeyreğinde sanırım, "kademeli emeklilik sistemi" geldi. Ben ve benim durumumda olanlar bu değişiklikten dolayı 49 yaşında ancak emekli olabileceklerdi. Benden sonra emekli olanlar ise daha fazla süreyle çalışmak zorundaydılar.
Yani Güzel Ülkemde yaşayan her bir vatandaşın yaptığı gibi daha çalışmaya başlar başlamaz ben de emeklilik hesabına girdim. 1980 yılı göreve başladığım yıl olduğu için ilk hesabımda 2000 yılı olarak çıkan emeklilik hesabıma dokuz yıl daha ilave edilerek daha göreve başladığım ilk yıl hayalini kurmaya başladığım emeklilik hayalim neredeyse yarı yarıya bir oranla artışla gecikmeye uğramıştı. Emekli olacağım tarih bir anda 2009 yılına yükselivermişti. Çok üzülmüştüm. Zira nefsim öndeydi.
Daha sonraki yıllarda bir siyasetçi geldi ve "mezarda emekliliğe hayır" diyerek bir seçim sloganı geliştirdi. Bu slogan, seçimi kazanmasında en önemli etken olmuştu.
Ve iktidara gelir gelmez yasayı eski haline döndürüverdi.
Ben yeniden 38 yaşımda emekli olabilecektim ve öyle de oldu. Ancak kendi arzumla biraz daha çalışıp 44 yaşında emekli oldum. Eminim şu an “38 yaşında emekli olacaktım…” cümlemi okuyunca okuyucularımın “yok daha neler?” dediklerini duyar gibiyim.
Emeklilik güzel bir şey... Yattığınız yerden maaş alıyorsunuz. Gerçekten 15 yıldır emekliyim ve maaş almaya devam ediyorum.
Elbette 24 yıl alın teri döktüm ve emekli olma hakkını da o zamanki mevzuatın şahsıma tanımış olduğu haklar çerçevesinde kazandım. EGO'ma sorduğumda erken emeklilik çok güzel bir şey oldu benim için.
Ancak vicdanıma danıştığımda o bana gerçekleri haykırıyor.
Diyor ki; "38 yaşında emekli olduğun için ben sızım sızım sızlanıyorum ama sen maşallah zevkten dört köşesin..."
Yine de tekrar edeyim ki; memleketim için güzel bir olay olmasa da benim için gerçekten güzel bir olay.
Bir başka konu da şu: "Vay efendim onlar şu kadar maaş alıyorlar, bunlar daha az, ötekiler daha fazla..." gibi sözlerin talep edenler bakımından bir değeri olsa da yeryüzünde herkesin adaletten eşit bir şekilde pay aldıkları hiç bir ülke görülmemiştir, bundan sonra da görülmeyecektir.
"Benden sonrası tufan"
İhtiraslarım ile vicdanım arasında gidip gelmekten hiç de hoşnut değilim doğrusu. “Benden sonrası tufan” demek ne vicdanıma ne aldığım aile terbiyesine ne bana verilen her dönemdeki eğitime ne de insanlığıma yakışan bir söylem değil.
Şimdi kısaca EYT şeklinde bahsedilen gruba giren bütün vatandaşlarımın haklarını ferdi olarak incelersek eğer hepsinin ayrı hikâyesi ve haklı oldukları yanları var. “Kazanılmış hakları” var mesela. Kanun çıkarma yetkisi bende olsaydı eğer ben bu yaş olayını “kanunun çıktığı tarihten sonra işe başlayanlara” uygulardım. Ama benimki kuru bir hayalden ileri geçen bir talep değil. Acaba öyle yapılsaydıeğer, emeklilik yükünü bütçenin kaldırması mümkün olabilir miydi? Mesela kanuna; “2025 yılından sonra işe girenler” şeklinde bir madde konulsaydı eğer, şu an emekli olanların ya da çalışanların maaşları bugünkü gibi sıhhatli bir şekilde ödenebilir miydi? Ben kanun çıkaranların bunları mutlaka hesap ederek karar verdiklerini düşünüyorum.
Evet, EYT’lilerin haklı serzenişleri var. Burası doğru. “Kazanılmış haklar zayi olmamalı” iddiası da demokratik taleplerdendir.
Ben 1966 senesinde ilkokula başladım. O zamana kadar köyümde ilkokul bile yoktu. İlkokulu bitirdim ve devlet parasız sınavlarına katıldım. Farklı zamanlarda iki aşamalı sınava tabi tuttu devlet. Sınavları kazandım ve hayalim olan öğretmen okulun başladım. Yedi sene okuyup öğretmen olacaktım. Beni İlk Öğretmen Okulunu kazanma şartlarına haiz olan kanunlara göre göre sınav yaptı, sorular sordu ve ben bu soruları cevaplayarak sınavı geçtim. Benim gibi on binlerce öğrenci aynı hakları kazanmıştık. Ben dört yıl okuduktan sonra bir gün devlet; “ben sizleri öğretmen yapmaktan vazgeçtim, artık sizleri lise mezunu yapıyorum” dedi ve kestirdi attı. Biz de “kazanılmış haklarımızı kaybetmiş olduk. Boykot falan da yaptık 1974 yılında ama ne çare giden gitti… Derdimiz Marko Paşa’ya bile anlatamadık o tarihlerde…
Böyle haksızlık olayları var maalesef hayatımızda. O zaman devlet; “güvenliğini ve eğitimle ilgili geleceğini tehlikede” görüp bu yola başvurmuş ve tedbirini bir şekilde almıştı. Zira zamanın mevcut iktidarının siyasi düşüncelerine ters bir eğitim ordusu geliyordu. Devlet, onların önünü kesip 45 günlük, iki aylık üç aylık “hızlandırılmış eğitim” adını verdiği bir müfredatı geliştirerek mülakatla öğretmen adayları aldı ve öğretmen yetiştirdi.
Sonradan o öğretmenlerimiz mutlaka kendilerini yetiştirmişlerdir ve çok değerli vazifeler yapmışlardır o ayrı… Demek ki şimdi de devletimiz ekonomik bir tehlikeye maruz kaldı ki, EYT’liler mağdur oldular.
Hulasa mağdurların hiçbir zaman tükenmeyeceği bir ülkede yaşıyoruz.
Ben Güzel Ülkemi yine de çok seviyorum.