banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Her şeyin sahtesi bugünün moda söylemiyle ‘çakma’sı evrenimizi istila etmeden çok önce ilk defa bariz bir şaşkınlıkla karşıladığımız şu mani, her şeyi tek boyutlu gördüğümüz yıllarda yalanın gerçeğe karşı başlattığı savaşın ayak sesleriydi belki de:

“Ayva sarı olacak,                                                                                       Evde darı olacak,                                                                   Evlenmeyin bekârlar;                                                            Naylon kızlar çıkacak!”

        İşlerimizde, ilişkilerimizde, davranışlarımızda, konuşmalarımızda bir zorakilik bulunduğunu düşünüyor veya kabul ediyorsak yaşamak dediğimiz şey doğal mecrasından çok uzaklara sürüklenmiş, doğallığın erozyona uğradığı diyarlarda da gerçekte hissedilen bir çeşit mahkûmiyet demektir. Her şeyin yalan, sahte olduğu yerde ise her şey yavan olacaktır kaçınılmaz olarak; çünkü bir şeyin sahtesine kapı aralandığı yerde gerçek barınmaz.

        Kişinin kendinden çokça bahsetmesi edebe aykırı kabul edilirdi mesela. “Edep ya hu” evlerimizin iş yerlerimizin başköşelerinde asılı bir uyarı, bir dua idi. İncitmemekti, saygıda kusur etmemekti doğallık.

        Mesela konuşmak… Hemen her mesele hakkında konuşanlarımız olduğunu biliyoruz. Konuşmalarımızla bu doğallıktan nasıl uzaklaştığımızın temellerini görmemize yardımcı olmuş sanki ‘Müebbet Mahkûmiyet’ balıklı yazısında Gökhan Özcan. Yazara göre bu hal, bir çeşit zehirlenme:

        “Uzun süre kendinden bahseden insanların sözleri bir tür kendini kutsamaya dönüşüyor giderek. Bu kendine kıyamamakla, kendini savunmaya geçmekle ilgili bir şey değil çoğu kere. İnsanın konuşa konuşa kendi sözlerinden zehirlenmeye başlaması gibi bir şey daha çok. Kurulan her cümleyle temkin elden bırakılıyor yavaş yavaş sanki. Sonrasında, adım adım kendine dair bir sarhoşluğa kapılıp gidiveriyor kişi... Aynı şiddette değilse de, hepimiz yakalanıyoruz zaman zaman şuurumuzun bu türden sisli havalarına. Gerçek, kendi ellerimizle boyadığımız parlak, ışıltılı, yenilmez yanılmaz bir imaja dönüşüyor böyle zamanlarda ve çok fazla düşünmeden giyiveriyoruz onu üstümüze. İnsanın, kendi gerçeğinden uzaklaşması en tehlikeli şeylerden biri... Aynada kendi aslî yüzü yerine, kusurlarından arındırılmış makyajlı bir suret görmeye başlaması ve zamanla buna alışması... Yalanın, gerçeği hayatımızdaki yerinden alaşağı etmesi... Bu insanın, bu zamanda kaybedeceği en büyük meydan savaşı olabilir.”

         Bugün yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz; gördüğümüz, duyduğumuz; aldığımız verdiğimiz her şeyde bir yavanlık bulunduğuna dair bir hissiyata sahipsek bilelim ki bu başka değil yazarın ustaca ifade ettiği gibi “Yalanın, gerçeği hayatımızdaki yerinden alaşağı etmesi” yüzündendir. Paranın sahtesi çıktı, yiyecek içecek ve eşyanın her türlüsünün sahtesi çıktı. Bunlardan daha elim ve vahim olansa insanların sahtesinin çıkması oldu. Sahte doktor, sahte avukat, sahte öğretmen… Sahtelik o raddelere ulaştı ki İçişleri Bakanlığı SMS mesajlarıyla zaman zaman kendini hâkim, savcı veya polis, asker diye tanıtıp insanları dolandıranlara karşı vatandaşları uyarma ihtiyacı duyuyor.

        Hayatın hemen her alanında görebileceğimiz doğallıktan uzaklaşma nasıl sarıp sarmaladı hayatımızı?

        Bana göre buralara sürüklenişin en önemli nedeni büyük bir sorumsuzlukla her şeyin gerçeğinin yerine sahtesinin konulmak istenmesindendir.

Alın teri ve emek zor gelmeye başlayınca kolayına kaçtık. En kestirme yollardan en kısa zamanda, en seri şekilde ulaşmaya çalıştık hedeflerimize. Gerçeğin yanında durmak ciddi bir duruşu gerektirirken yalana yaslanarak uzaklaştık doğallıktan. Örneğin bir bilgiyi öğretmekle yükümlü olanlarımız, onu öğretmek yerine önemini anlatarak uzaklaştı, siyasetçimiz görevinin gerektirdiği işlerle uğraşmak yerine bir yönetim düzeninin ne kadar güzel ve benzersiz olduğuna dair nutuklar atarak uzaklaştı. Aydınlarımız kendi gerçeklerimize dayalı fikir üretecekleri yerde daha kolay olduğu için taklide dayalı düzenbazlıklar üreterek uzaklaştı. Öyle bir an geldi ki Yavuz Bülent Bakiler bir şiirinde “Cahilinden çektiği yetmiyormuş gibi yıllarca/ Okumuş yazmışından çekiyor şimdi memleket” demişti ve yerden göğe kadar hakkı vardı şairin.

        Gülüşler var, sahte; çünkü müşteriye malını satıncaya kadar başarmak zorunda olduğu rolde yüzünde bir yama gibi iğreti duran bu gülüş o kadar belli ki!

        Adamın inşallah, maşallah, estağfurullah gibi kelimeleri çokça kullanırken bunları söyleyip durmasının insanları asla yanıltmamak olduğunu hatırına bile getirmeden yaşayıp gitmesindeki sahte dindarlık o kadar ele veriyor ki hal-i pür melalimizi!

        Adam bir yalanı başka bir yalanla örtmeye çalışırken yüzünün kızarmaması ne acı!

        Her türlü sahtelik ve sahtekârla mücadele güçlenmeli; zira hayatımızdan çalınan doğallığın kutlu doğumu bu mücadeledeki kararlılığımıza bağlı.

        Selamların en güzeliyle…

        H. Halim Kartal                  27 Kasım, 19

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.