Zulmün kaynağını buldum: tahakküm.
Çok kafa yordum bu uğurda.
Neden? Niçin? Nasıl? Ne Diye?
Buldum işte sonunda habis bir ur gibi toplumların yaşama sevincini yok eden melunu.
Kardeş kavgalarına bir bakın, sebep ne?
Bu benim, benim olacak işte!
Benim dediğim gibi olacak!
?
Böyle düşünüp böyle söyleyen zorba kardeş, zayıf kardeşe ikinci bir yol, ihtimal, seçim bırakmaz.
Adam aşık. sözde seviyor birini. Ama sevdiği için en başta ona tanıdığı hakka, yaşam biçimine bir bakın: Ya benimsin ya toprağın! Her şeyimizde bir ifrat veya tefrit. Orta yol yok veya olamaz.
Ya gözümüzün nuru, yarınlarımız olan çocuklarımıza karşı genel geçer yaklaşımımız?
Sus. otur, kalk, uslu dur, karışma, oynama, kurcalama, bakma?!
Nasıl yetişiyor çocuğumuz?
Nasıl yetişecek, genellikle kendisiyle ve çevresiyle sorunlu.
İyi mi böyle?
Tabi ki hayır.
Sonra okul hayatı başlar . Okul da çoğumuz için, çocuklarımızla ilgili ertelediğimiz,ihmal ettiğimiz birçok sorunun çözüm yeridir;ancak eğitimde çoğunlukla kolaycılığı seçtiğimiz için çocuklarımıza demokrasi kültürü kazandıracak yerde onları emir-komuta ilişkisi içinde hareket eden tek tip, robot varlıklar olarak yetiştiriyoruz.
- Sıraya giriniz!
- Yerlere tükürmeyiniz, çöpleri ortalığa atmayınız!
-Muslukları açık bırakmayınız!
-Gürültü etmeyiniz!
-Kopya çekmeyiniz!
?
Defalarca söylenir, söylenir.
Liseyi bitirinceye kadar 11, 12 yıl, üniversiteyi hesaba katarsak 15,16 yıl.
Değişen ne olur?
Gene tükürülür yerlere, gene atılır çöpler ortalığa, açık musluklar kapatılmaz, dağıtmaya devam edilir velhasıl.
Neden?
Arkasından birileri gelecek, çöpleri toplayacak, açık bıraktığı muslukları kapatacak, lambaları söndürecek çünkü.
Neden?
Birilerinin birilerine tahakküm ettiğini gördü, kendine tahakküm edildi çünkü. Bu nedenle o da yetişme biçimine uygun olarak atalarının, kendini yetiştirenlerin izinden gidecek yani tahakküm edecek.
Siyaset arenamızda durum nasıl?
-Bu sorunu biz çözeriz!
-istikrarın adresi biziz!
-Yapamazsın, satamazsın!
-Hadi oradan!
?
Böyle geldi, böyle gidiyor. Bir türlü demokrat olamıyoruz.
?Ben bilirim, ben yaparım, gölge etme, otur oturduğun yerde!? tavırlarının kaynağı karşımızdakinin düşüncesine itibar etmeme, onu her yönüyle her şeyiyle hiçe sayma, varlığına tahakküm etme değil mi?
Fransız düşünür Voltaire?in bir tartışmada muhatabına söylediği şu sözü manidar bulurum hep. ?Bayım, düşüncelerinize katılmıyorum; ancak katılmadığım fikirlerinizi savunabilmeniz için gerekirse canımı veririm.?
Gelişmenin ve ilerlemenin sırrı burada bence. Yani konuşabilmekte, yani medenice tartışabilmekte, yani karşımızdakine tahakküm etmemekte.
Küskünlüklerimize bir bakın, suçlu : tahakküm.
Kavgalarımıza bir bakın, suçlu: tahakküm
Bu kafayla sadece geri kalmıyoruz, enerjimizi boşa harcıyor, hatta kan kaybediyoruz kan!
Suçluyu ebediyen demir parmaklıklar arkasına göndermenin bir çaresini biliyorum:
Kendimize ve karşımızdakine saygı.
Hepimiz iddianamemizi kendi vicdanımızda hazırlayalım, bu mahkemenin savcısı da yargıcı da kendimiz olalım.
Göreceksiniz ki bu mahkemede gerçek bir yargılama sonunda suçlunun içimizde azgın bir canavar haline gelmesinin yegane sorumlusu bizden başkası değil. Neden? Kapılıp gittiğimiz hırslarımızla herkese ve her şeye tahakküm etme fikriyle unuttuğumuz o en temel insani bir değeri hatırlamak bile istemememiz sebebiyle değil mi?
hatırlayalım öyleyse. Neyi?
kendimize ve karşımızdakine saygıyı.