İnsanoğlunun bütün mücadelesi sadece boğazı için değil midir?
Devletlerin dünya üzerinde stratejik mahaller oluşturma gayretleri, milyar dolarlarca liralık silah yatırımı yapmaları, yüz binlerce insandan oluşan ve hiçbir surette üretime yönelik kaygısı bulunmayan ordular kurmalarının amacı, nihayetinde varıp, ?boğaza? dayanmaktadır.
Kendi halkından insanların bile birçoğunun bir lokma ekmeği bulamadıkları bir dünyada, gözünü kırpmadan, milyarlarca doları uzayın karanlık dehlizlerine saçıveren devletlerin asıl amaçları; mensubu bulundukları devletin fertlerinin boğazlarından geçecek birkaç lokmanın yüzü suyu hürmetinedir. Bu çalışmaları yapacaklar ki dünyada bir güç olduklarının, dünyadaki kaynakların kendilerinin kontrolünde kullanılması gerektiğinin mesajını verebilsinler, psikolojik üstünlüklerini diğer devletlere kabul ettirebilsinler? Elbette, bu yolda ilerlerken kabul edilebilir oranlarda kendi insanından da fedakârlıklar yapmak gerekebilecektir. Yeter ki çoğunluğun karnına gereken lokmalar girebilsin.
Irak?ta katledilen milyonlarca günahsız insanın, yaşamaları halinde tüketecekleri kaynaklar saf değiştirerek bu defa ABD halkının midesine yönelecektir. Elbette bir milyon insanın nafakasını ele geçirmek için birkaç bin canın da kendilerinden feda edilmesi gerekmektedir. Olanlar bunlardan ibarettir.
MSN adresime gelen ve çoğu zaman hep aynı konuları işleyen mesajların birçoğunu okumadan silip çöpe atmaktayım. Çünkü artık bu konu kabak tadı vermeye başladı. Hâlbuki merak edilen her konu, bazı arama motorlarından sorgulanarak rahatlıkla erişilebilecek konulardır. Buna rağmen bazen bıkkınlık verecek derecede mailler alınmakta genellikle de hapsi aynı konuları içermektedirler.
Bugün gelen bir mailde ise ?dünyada derece almış e-postalar? adı altında gelince merak edip açtım. Gerçekten de insanın kanını donduracak görüntüler ve mesajlara şahitlik ettim.
Afrika?da bir çocuk oyuncak olarak bir insan kafatası ile oynarken, hemen yanındaki bir karede aynı yaşlarda bir batılı çocuk bilgisayar oyunları ile uzay gezintileri yaparken görüntüleniyordu.
Bir başka karede; kaburgaları sayılan bir bebeği, yine aynı durumda olan ablası kucağında taşımaya çalışırken, diğer bir karede bir saray yavrusu kadar güzel bir evin içinde rengârenk eşyanın bulunduğu ortamda bile mutsuzluk yaşayan başka çocuklar vardı. Aslında her iki taraf da mutsuzdu. Birileri, bulunduğu ortamdan gayri bir hayat şekli olmadığını sanıyordu belki de sanamıyordu bile, diğer bazıları da bulunduğu imkânlarla yetinmiyor, daha fazlasını, daha güzelini istiyordu.
Bir başka karede küçücük bir çocuk elinde kara tencere ile birkaç kaşık yemek alabilmek için kızgın güneşin altında sırada beklerken, bir başka karede aynı yaşlarda bir başka çocuk bin bir çeşit meyvenin içinde, hiç birisini beğenmeyip çöpe atarken görüntüleniyordu.
Toprağın üzerine sıra sıra dizilmiş, ellerindeki çöpler yardımıyla yere; rakamlar, harfler kazımaya çalışan Kara Kıta?nın çocuklarına nispet, diğer karede ise bilgisayarların karşısında, bir tuşla istediği bilgiyi ayağına getirtebilen çiçek gibi çocuklar görüntüleniyordu.
Bırakalım ABD?yi, Avrupa?yı, kendimize dönüp baktığımızda acaba ne kadar hakkaniyetli bir pozisyondayız? Yapılan her şeye kulp takma, üretilen her şeyi kötüleme, sahip olduğumuz hiçbir şeyden tatmin olmama, hep daha fazlasını isteme, hep en önde olma, hep zengin olmayı isteme şeklindeki hırslarımızın bir hastalık düzeyinde olduğunu göremiyoruz, görmek istemiyoruz.
Dünyanın güçlü ülkelerinin, diğer yoksul ülkeler üzerinde hegemonya kurmak isteyişlerini, haklı olarak eleştirirken, kendimizin; komşularımızın, meslektaşlarımızın, arkadaşlarımızın hatta kardeşlerimizin üzerinde hegemonya kurmak isteyişimizi, ?ben de olan, onlarda olmasın? anlayışımızı sorguluyor muyuz acaba? Yoksa ?komşusu açken tok yatan bizden değildir? diyen bir inancı hafife alma, onunla alay etme, bu inancın mensuplarını çeşitli münferit hadiselerden yola çıkarak aşağılama yarışına mı giriyoruz? Şükür demeyi becerebiliyor muyuz? Yoksa ?yaşamak için öldürme? politikasını yürütenlerin müritleri miyiz?
Devletin yapamadığı iyilik hareketlerini yapmaya gayret eden, dilencilik sektörünü ortadan kaldıran, sosyal patlamalara zemin hazırlayan sebepleri ortadan kaldırmaya çalışan bir takım sivil toplum örgütlerinin peşine düşüp, bir kaç olumsuzluktan yola çıkarak onları tamamen ortadan kaldırma çalışmaları insafımızın hangi yanındadır acaba?
Resmi olsun, sivil olsun her kuruluşta meydana gelmesi muhtemel münferit hadiseler, bu hadiseleri yapanların cezalandırılması ile def edilebilecekken o kuruluşun tamamen ortadan kaldırılmak istenmesi devletin temeline dinamit koymakla eşdeğerdedir.
Eğer münferit hadiselerin müsebbipleri, o kurumları kapatarak cezalandırılsa idi, herhalde ortada devlet denen bir kurum kalmazdı.
Şimdilerde yaşanan iktidar savaşları da dâhil olmak üzere, yaşanan bütün olaylar ?benden olanlar yaşasın, benden olmayanlara ölüm? anlayışından kaynaklanmaktadır.
Daha kısa ifadesiyle ?yaşamak için öldüreceksin? felsefesi, önümüzde duran en büyük sorundur.
Hâlbuki öldürmeden de birlikte yaşamanın bin türlü formülü vardır.
Öldürmeden yaşamak ve yaşatmak ne güzel?