50 yaşındayım. Bu güzergâhtan ilk defa bugün Konya yolculuğu yaptım.
Tarih, 1 Kasım 2009. Saat 12.00. İki günlük bir süre ile ziyaret amacıyla geldiğim Seydişehir?den, ikamet etmekte olduğum Konya?ya dönüş yolculuğuna başlamış bulunmaktayım. Karabulak Köyü?nü geçtikten sonra Bostandere yol ayrımına yaklaşırken aklıma bu defa sürekli olarak kullandığım güzergâhtan vazgeçip, farklı bir güzergâhtan Konya?ya ulaşma fikri geldi. Eşimle birlikte karar vererek bu fikri hemen uygulamaya koymak maksadıyla direksiyonumu; Bostandere yön levhasının emrine uyarak sağa doğru kırdım.
Önce, çocukluğumdan beri ismini hep Dereköy olarak duyduğum ve Dereköy?ü anlatırken sürekli olarak hikâyenin konusu olan Ballıka?ya mevki geldi aklıma. Doğduğum Köy olan Oğlakçı?dan Seydişehir?e gelmek için kuş uçumu bir güzergâh olması sebebiyle hep Oğlakçı-Dereköy yaya yolu güzergâhının kullanıldığını duyardım. Özellikle de karayolunun şimdiki halinden eser yokken, taşıt namına hiçbir vasıtanın esamisi okunmazken, canlı hayvan ticareti yapanların ?Seydişehir Mal Pazarına mal sürmek? maksadıyla sıklıkla kullandıkları bir güzergâhmış Oğlakçı-Dereköy Güzergâhı? İşte o zaman bu yolculukları yapanların dillerinden bal akıta akıta anlattıkları, Balıklaya diyarı Bostandere?yi ilk kez görüyordum.
Bu duygularla Bostandere?yi terk ederken, Hititler ve Romalıların da bu yörelerde yaşamış olduklarını; daha önceki bilgilerim ve Bostandere?in taştan yapılı evlerinin duvarlarında göze çarpan, tarihin kazındığı, her birinin binlerce yıla şahitlik ettiği işlemeli taşlar vasıtasıyla karmaşık düşünceler içinde yolculuğuma devam ettim. Zaten yakın bir tarihte su kanalı kazıları yapılırken M.Ö 2000 li yıllarda yapıldığı tespit edilen bir tiyatronun varlığının ortaya çıkarıldığını da bir başka vesilesiyle öğrenmiş bulunmaktaydım.
Bostandere Beldesi?ni geride bırakıp Sulu Dere boyunca ilerlerken yaprakları sararmış meşe ağaçlarından oluşan ormanın görüntüleri bölgenin zaten seyrine doyum olmayan güzelliklerine daha da farklı güzellikler katmaktaydı.
Etrafı seyrederek ilerlerken, sadece adı ile zihnime kazınmış olan ve ilk defa görmenin heyecanı ile birlikte Çat Köyü?nün harabeye dönmüş görüntüsü ile karşı karşıya kalıverdim. Evlerinin taş yapılı duvarları, ?çıkartma? denilen balkonları ve konumuyla kendi köyümü seyreder gibi ve içim sızlayarak geçtim ıssız sokaklarından...
1600?lü yıllarda 300 kişilik nüfusa sahip olduğunu okumuştum Çat Köyü?nin tarihçesini anlatan bir inceleme yazısında. Şimdi ise sadece 3 haneden ibaret, bir de mezarlığında; Hakkari Çukurca?da vatani görevini yaparken şehit olan Yaşar KOCABAŞ?ın mezarında dalgalanan al Bayrak?tan ibaret bir Köy var karşımda.
Başımı kuzey tarafa ve biraz da yukarıya doğru çevirdiğimde hemen 2 km mesafede Dikilitaş Köyü?nün Çat Köyü?ne tepeden ve sanki Çat köyünün bu haline üzüntü ile bakan evlerini gördüm. Bildiğim kadarıyla Dikilitaş Köyümüzü, dışarıya çok fazla bir göç vermeyen ve günden güne de büyüyen zenginleşen bir köy olarak biliyorum.. Çocukluğumda Oğlakçı Köyü?nden Dikilitaş Köyü?ne yaya olarak bir kez gitmişliğim vardı. Ama Çat Köyü?nün Dikilitaş Köyü?ne bu kadar yakın mesafede olduğuna yeni şahitlik ediyordum. Akşamları komşu oturmasına gidilecek bir mesafedeki iki köyün varlığı farklı duygular yaşatıyor insana?
Çat Köyü?nü de mahzun ve bitkin haliyle geride bırakarak Nihayet ?Kumpir Kenti?; eski adıyla Çalmanta, yeni adıyla Ketenli Kasabamıza ulaştık. Çalmanta adı; ortaokul ve liseyi Devlet Parasız Yatılı olarak, Konya, Ereğili İvriz İlköğretmen Okulunda okurken bu kasabamızdan aynı okulda en az 10 arkadaşımın bulunması ile zihnime iyice kazınmıştı zaten. Ama ben, bu kasabamızı da ilk defa görüyordum.
Köy Meydanına vardığımızda aracımızı durdurup etrafı seyretmeye başladık. Daha sonra da; güzergâhımızda bulacağımız bir çeşme başında ?atıştırmak? maksadıyla birkaç ?öteberi? alarak yolumuza devam ettik. Beldenin çıkışına yaklaşırken Hanım; ?Kumpir Kentinden kumpir almadan gidilemeyeceğini? hatırlattı bana. Yol üzerindeki bir evin kapısını çalıp bu isteğimizi kendilerine ilettik. Anadolu?muzun, bütün dünyada nam yapmış olan güler yüzlü insanları karşıladı bizi. Evlerine buyur ettiler. ?Yolculuğumuza devam etmemiz gerektiğini? söyleyerek teşekkürlerimizi iletip bir çuval patates almak istediğimizi bildirdik kendilerine. ?Hiç olmazsa bahçeyi gezin? diyerek bu defa da bahçelerine davet ettiler bizi. Sezonun sonu olduğu için ?kökenlerin? arasından çilek, domates gibi ürünleri birer ikişer de olsa kopararak tatma zevkine vardık. Tanışmamız sırasında kendilerinin belediye eski başkanlarından birisi olduğunu öğrendik. Konuşmasıyla, tavırlarıyla ve güler yüzüyle bu mevkilere nasıl geldiğini daha iyi anlamış olduk. Kendisine buradan ayrıca teşekkürlerimi iletiyorum. Patatesimizi aracımıza yükleyip, yaklaşık 600 yıllık bir tarihe sahip Çalmanta?yı da geride bırakarak yolculuğumuza devam ettik.
Bir müddet sonra; ?Organik Tarım Ürünlerinin Diyarı Yaylacık? şeklinde bir levha karşıladı bizi. Burası, hayallerimde daima yer tutan ama görmemin bir türlü kısmet olmadığı Nuzumla Köyü idi. Köy önlerindeki arazilerde sıra sıra dizilerle süslenmiş çilek tarlaları karşılıyordu bizi. Bu dağların başında; asırlardır çileli bir şekilde hayat süren Nuzumla Köylülerinin makûs talihlerini yenmek için başlatılan ?Organik Çilek Üretme Projesi? bu çalışmaların bir örneğiydi. Devletimiz ile birlikte bazı Hayırsever Dernekleri, yaşanılan bu çileli hayatlara bir nebze olsun ?dur? demek arzusu ile imkânlarını seferber etmişlerdi. Yayın organlarından ve burayı gören bazı zevattan öğrendiğim bu çalışmaların ürünlerini, şu anda kendim çıplak gözle görebiliyordum. Yalnız; son geçtiğimiz sezonda Yaylacık Köylülerimizin ?pazarlama sorunu? ile karşı karşıya kaldıklarını öğrendim ve elbette bundan da büyük üzüntü duydum.
Nuzumla Köyü?nü Konya istikametine doğru kat ederken, köyün içlerinin; yağan yağmurla birlikte diz boyu çamur içinde olduğuna şahit olduk. Aracımızla birlikte bazı yerlerden geçerken epeyce zorlandık. Daha sonra önümüze çıkan iş makinelerini görünce de, yolların çamur içinde olmasının nedeninin; köyün kanalizasyon yapım çalışmalarından kaynaklandığını öğrendik.
İlk defa yapmış olduğum; Bostandere, Çat-Ketenli-Yaylacık? Konya güzergâhlı yolculuğum, daha sonra Detse, Hatunsaray ve Konya etabıyla son buldu.
50 yıldır isimleriyle ve zaman zaman da tanışıklık ettiğim insanlarıyla uzaktan uzağa bildiğim bu yerleri, bugün çıplak gözle görebilmenin mutluluğunu ve aynı zamanda da hüznünü yaşıyorum. Hüznümün nedeni; bu köylerimizin ve Anadolu?muzdaki, bu köylerimize benzeyen diğer köylerimizin, sürekli olarak kan kaybetmeleridir. Köylerimiz sürekli olarak nüfuslarını dışarıya veriyorlar. Devletimiz bu sorunu ortadan kaldıracak tedbirleri ne yazık ki almıyor. Bundan dolayı da hem büyük şehirlerimizin büyük sorunlarıyla cebeleşiyor hem de yurdumuzun geniş ve ferah yaşam alanları öksüz ve insansız bırakılıyor.
Ben, Ülkemizin makûs talihini yenecek en büyük projenin; ?şehirlerimizden köylerimize geri dönüşün hızlanması için tedbirler alması? olarak görüyorum. Kuş Gribinin de, Kene?nin de, Deli Dana?nın da, Domuz Gribi?nin de ve diğer birçok sorunun da temelinde yatan ana sebebin organik üretimden yoksun olmakta, gıda ve çevre güvenliğine yeterince önem verilmemesinden kaynaklandığına inanıyorum.
Sağlıklı günler diliyorum.