banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Öğretmen olup da eğitim sistemimizden yakınmayan yoktur. Daha çok, durmuş oturmuş bir eğitim sistemimizin olmamasıdır yakınmaya konu olan.

Bir model, uygulamaya konuluşundan kısa bir süre sonra bakmışsınız, değişmiş. Hükümetler değişir, Mili Eğitim Bakanları değişir; bu değişimlerle paralel olması zorunluymuş gibi eğitim sistemimizde de gözle görülür değişimler yapılır Batı ülkelerindekilere benzetilmeye çalışılarak.

        Durum böyle olunca de her eğitim- öğretim yılı öğrenciler, öğretmenler veliler birçok bakımdan beklentiye girer ister istemez. Mesela birkaç dersten başarısız olmuş öğrenciler, bir sınav hakkı daha verileceğini beklerler ve genellikle bekledikleri gibi de olur. Olmadı, not ortalaması ile geçeceklerini düşünürler. Öğretmenler, sınıf geçmenin kolaylaştırılmasının eğitim kalitesini düşüreceğini, böyle yapmaktansa çok yoğun olan programların azaltılmasını yahut ders saatlerinin arttırılmasını n daha iyi olacağını düşünürler. Veliler, çocuklarının başarılarının lisede de ilköğretimde olduğu gibi devam edeceğini düşünürler?

        Benim bu yazıda üzerinde durmak istediğim asıl konu, eğitimde ezberlerin bozulmasının artık vazgeçilemeyecek, ertelenemeyecek hale geldiğini dikkatlerinize sunup konu üzerinde kafa yoran iki yazarın düşüncelerinden örneklerle öğrencilerimizin başarıları ve mutlulukları için daha iyi ve daha güzel bir sonucun çıkması adına küçük bir katkıda bulunmaktır.  

        Eğitim- öğretim.

        Pratiğe bakıyoruz; ikisinden de iyi bir karnemiz yok.

        Geçen sene yeni eğitim- öğretim yılının başladığı günlerde bir gazetede çıkan ?Sınav mı Eğitim mi?? başlıklı bir yazıyı ilgi çekici bulmuş, saklamışım. Yazar, okulun açıldığı ilk gün elinden tutup götürdüğü çocuğunun ardından düşüncelere dalıp mevcut eğitim sistemi içinde okullarımızın bu çocukları ne hale getireceğini düşünür, endişelerini okuyucu ile paylaşma arzusuyla der ki:

        ?Yedi yaşındaki oğlum, dün sıraya oturduğu zaman önce çevresini dikkatle taradı. Sınıfın kapısına kadar elimi her zamankinden daha sıkı tutmuştu.

Çok heyecanlıydı. Çevresinde kendi akranlarını ve onların yüzlerine yansıyan heyecanı görünce rahatladı. Bana "bununla da baş edebilirim" der gibi kolay dağılacak gibi duran bir özgüvenle baktı ve "sen artık git" dedi. Ben de heyecanımı içime bastırıp, koruma içgüdülerimi frenleyip onu tek başına o koskoca okulda yalnız başına bıraktım. Gözüm hep ilk defa okula başlayanlarda. O küçük, yumuk yumuk ellerin içine ucu ilk defa açılmış bir kurşunkalemi yerleştirdiğiniz zaman yazılanlar? Okuma yazma, aritmetik derken yaklaşık 16 senelik uzun bir maratonun sonunda hayat tepeden, en yüksekten görünmeye başlıyor. Yeni başlayanlar neyle karşı karşıya olduklarını bilmiyor. Asgari 16 yılı tamamlayanlar, iş bulma telaşı içinde üzerinden geçen silindirin izleriyle ilgilenmiyor. Ya biz? Çocuklarımızın neyle karşı karşıya olduklarını biliyor muyuz?  Neyi ölçüyoruz?

2006 yılında toplanan son Millî Eğitim Şûrası'nda alınan -ve her şûrada tekrarlanan- en kritik karar, diğerleri arasında kaybolmuş gibi duruyor: "Ölçme ve değerlendirme öğrencilerin öğrenme eksiklerinin saptanması, öğrenme başarılarının artırılması ve öğrenim hizmetinin geliştirilmesi amacıyla kullanılmalıdır." Profesyonel eğitimcilerin "ölçme-değerlendirme" dediği şeye bizler "sınav" diyoruz. Yukarıdaki temenni cümlesi sınavın, "öğrencinin eksikliklerini belirlemek", "başarıyı artırmak" ve "öğretmeyi geliştirmek" amacıyla kullanılması gereken bir araç olduğunu anlatıyor. Dile getirdiği temenniden, bu aracın sıralanan bu amaçlar dışında kullanıldığını anlıyoruz. Eğitim sistemimizin gerçek durumunu yansıtan bir hükme ulaşıyoruz: Eğitim yerine sınav yapıyoruz.

Çocuklarımızı okula eğitim almaya değil, sınav olmaya gönderiyoruz. En başta çoktan seçmeli test türü olmak üzere sınavlar bir ölçme değerlendirme aracı olmaktan çıkıyor, okul duvarlarının içinden dershanelere uzanan eğitim-öğretim faaliyetinin temel amacı haline geliyor. Şu soruyu sorabilirsiniz: "Olsun, hiç olmazsa bu sınavlarda sorulacak sorular üzerine bir eğitim almıyorlar mı?" Bu soruya başka bir soruyla karşılık vermek gerekiyor: "Bu soruları öğrenmek eğitim almak mı?"                                                      M.Türköne, 25 Eylül 2009

        Bu düşünceler geçen yıl eğitim- öğretim yılı başında dile getirilmiş.

Eğitimciler ne yapsın? Velinin dolayısıyla hepimizin ortak beklentisi çocuklarımızın eğitim kurumlarından geçerek bir iş sahibi olmaları ise, okullar da dershaneler de öğrencilerin iyi bir yüksek öğretim programına yerleşmeleri için uğraşıyor. Amaca ulaşmak için en kısa yol hangisi ise o yolda yürümenin gereklerini yerine getiriyorlar. Her şey amaca göre şekilleniyor bir ölçüde.

        Geçen hafta bir başka yazarımız da gene yeni bir ders yılının başlaması vesilesiyle ?okul korkuları?ndan söz ettiği bir yazısında anlatmak öğretmek farkını dile getirme ihtiyacını duymuş. Başarının en önemli ayağı olan öğretmen faktörüne değinmiş. Biraz nostaljik kaçsa da bugün, eğitim ve öğretimin olmazsa olmazı haline getirilmesi gereken en önemli hususun yazarın vurgulama ihtiyacı duyduğu bu farklılığın yeniden dikkate alınması olduğunu düşünüyorum.

            Ali Çolak, ?Okul Korkuları? adını verdiği yazısının bir yerinde şöyle söylüyor: ?Geçen hafta okulların açıldığı sabah yine bir kâbusla uyandım. Hayret, bu sefer fizikle baş edememiştim! Hiç fikrimin olmadığı konulardan çıkmış sorularla boğuştum uzun süre. Yine de bir şeyler yapmaya gayret ediyordum. Hocanın belki 'gidiş yolu'ndan puan vereceğini varsayıyordum; ama durum vahimdi, okuldan atılmakla karşı karşıyaydım. Gözlerimi açtığımda koyu bir umutsuzluk vardı içimde. O sabah kızımı alıp yeni okuluna götürdüm. Okulun bahçesinde beklerken, sınıfa çıkarken aklımda hep o kör olası fizik problemleri vardı.

Bendeki bu korkunun temeli derinlerdedir. Üniversitede dört yıl güle oynaya geçen edebiyat öğrenimi bile o derin izleri, o berbat korkuları silmeye yetmedi. Bu nasıl bir eğitim sistemidir ki, insanı öcü gibi korkutur ve o korkunun izleri çeyrek asırdan fazla zaman geçtiği halde yerli yerinde durur? Bu sorunun cevabına girmeyeceğim, size bırakıyorum onu. Ben, eğitim sistemimizin başka bir yarasından söz edeceğim. Öğretememekten, anlatmakla öğretmek arasındaki farktan...

Evet, bütün öğretmenler ders anlatabilir; ama içlerinde öğretebilen pek azdır. Öğretmek bir sanattır ve bütün iyi öğretmenler, biraz sanatkârdır. Onlar, dersi anlatmaz, temsil verirler. Seslerini, beden dillerini, uzuvlarının bütün hususiyetlerini karşılarında durup kendisini izleyen 'seyirci'yi etkilemek ve onun üzerinde tesir icra etmek için kullanırlar. Hatırası olmayan hiçbir ders kalıcı değildir. Gözlerine, gönlüne ve hülyasına dokunamadığınız hiçbir öğrenciye bir şey anlatmış sayılmazsınız. Önce onların dağınık hayallerini uzaklardan toplayıp sınıfa getirmeniz, arındırmanız ve kendi meselenizle doldurmanız gerekir. Bunu da elbette sanatkârane bir tavırla, bilgiyle, metotla ve sabırla başarabilirsiniz.

Öğretmenlik yaptığım yıllarda, bazen sıraların üstüne çıkar, gezinirdim. Kürsüye çıkıp söylev verir gibi ders anlattığım olurdu. Sıra dışı davranışların öğrencilerde meydana getirdiği tesir, hayal edemeyeceğiniz kadar büyüktür. Dünyanın en zor dersi bile bir tiyatro sahnesi oynuyormuşçasına anlatılıp sevdirilebilir. Fakat bunun için öğretmeyi dert edinmiş olmanız gerekir. Ders kitabı önünüzde, düz bir metotla anlatıp geçtiğiniz hiçbir ders, ne yazık ki yarım saat sonra hatırlanmayacaktır. Bir gün, zilin çalmasına yakın, anlattıklarınızın büyüsüne kapılmış çocukların gözlerinde 'ne olur bitmesin, biraz daha uzasın!' diye bir yalvarış görürseniz, işte o zaman öğrettiğinizden emin olabilirsiniz.? 2 Ekim 2010

Ah Ali Çolak, eline, diline, yüreğine sağlık! Ne güzel söylüyorsun!

Güzel söylüyorsun; ama sen anlatırken öğrencinin elinde gittiği dershane tarafından verilmiş çözülmesi gereken; ancak yarısını bile halledemediği yüzlerce test var ve ?artık şu adam bir sussa da çözmeye başlasam? deyip duruyor.

Gerçekten de ?sınav mı eğitim mi-anlatmak mı öğretmek mi,? soruları hakkıyla cevaplandırılmadan çözüm şimdilik zor görünüyor. Özellikle bazı alışkanlıklarımızdan vazgeçmeden de pek çok öğrencide yeni korkular meydana getirmeye devam edecek gibiyiz bu çelişkilerle birlikte yaşarken.

Yeni eğitim- öğretim yılının herkes için hayırlı uğurlu olması dileklerimle?

        Hacı Halim Kartal              06 Ekim 2010

          

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.