Dedem Hasan Yıldırım 1956 yılında ekmek parasını kazanmak üzere, genelde Konya ve civarı, özelde de Seydişehir ve Beyşehir insanının geçimlerini temin için ve mevsimlik olarak çalışmak üzere gittikleri, adına da ?Fakir Yatağı? dedikleri İzmir?e gitmiş, orada bir şirketin malzeme depolarında gece bekçisi olarak işe başlamış ve daha sonra babaannemi de yanına alarak köye bir daha hiç dönmemiş.
1974 yılında köyde yaz tatilindeydim. O tarihte Erzurum Atatürk Üniversitesinde okuyan amcaoğlum Mevlüt Yıldırım köye gelmişti.
Mevlüt Yıldırım?ın şimdiki gençlere örnek olması; olması gereken bir hayat hikayesi vardı. O, tarifi imkânsız bir azimle, yokluklar içinden varlığa dönüşmenin timsali olan bir kişiliktir. Oğlakçı Köyünden; ilkokulu, liseyi, üniversiteyi ilk bitiren, devlet memurluğuna ilk atanan bir şahsiyettir. 1960?lı yılların başında köyümüzde henüz ilkokul yokken, Dikilitaş, Tol ve Çavuş Köylerinde okuyarak ilkokulu bitirmiş, daha sonra ortaokul ve Liseyi İzmir İmam Hatip Lisesinde, Üniversiteyi de Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesinde bitirerek, yıllarca; Çalışma Bakanlığında Ege Bölgesi İş Müfettişliği görevlerinde bulunduktan sonra, geçtiğimiz yıllarda emekli olmuş ve halen de bir kitap dağıtım şirketinin sahibi olarak hayatına devam etmektedir.
Mevlüt Yıldırım, babamdan benim için 15 gün izin alarak hem tatilimi değerlendirmek hem de dedem ve babaannemle birlikte amcalarım ve diğer akrabalarımı ziyaret etmek maksadıyla İzmir?e götürmek istedi. Babam gerekli izni verdi ve birlikte köyden yaya yola çıktık. O zamanlar Kavruk Yaylasının karşısında bir taş ocağı vardı. Onlarca kamyon Seydişehir?e taş taşıyorlardı. O kamyonlardan birisine binip önce Seydişehir?e geldik. Daha sonra da Beyşehir üzerinden Konya?ya intikal ettik. Ben o tarihte 15 yaşındaydım. Amcaoğlum benden 10 yaş kadar büyüktü. Hem yaşı gereği hem de Üniversite okuyor olması memleketin ahvali ve benim henüz ilgi alanıma girmeyen birçok konu hakkında bir hayli tecrübeye sahip olduğunu birkaç gün içinde öğrenivermiştim.
Konya üzerinden İzmir?e gitmemizin meğerse bir sebebi varmış. Konya?ya gelişimizin sebebi; geçtiğimiz gün Hak?kın rahmetine kavuşan Merhum Necmettin Erbakan?ın liderliğini yaptığı Milli Selamet Parti?sinin o gün mitinginin olmasıymış. Mevlana Müze Alanı?na geldik ve Mevlana Çarşısı?nın damına çıktık. O güne kadar canlı olarak öyle bir mahşeri kalabalığı hiç görmemiştim. Bundan tam 37 yıl önceydi. O tarihte Merhum Necmettin Erbakan demek ki henüz 48 yaşındaymış. O kalabalığın içinden öyle muhteşem bir kürsüye çıkarak kalabalığa hitabetti ki görülmeye değer bir manzaraydı o manzara. O mitingde konuşma yaptığı kürsünün, halen Kapı Camii?nin şadırvanı olarak kullanıldığını da çok kısa bir zaman önce öğrendim. Neyse miting bitti ve biz İzmir yolculuğuna devam ettik.
Daha sonraları aklım siyaseti ve tarihi olayları kavrayacak kıvama geldikçe; o zamanlarda yaşanan olayları, mitingleri, kürsüleri, kalabalıkları, konuşmaları, bağrışmaları, tartışmaları, kavgaları, öldürmeleri, terörü, iç çekişmeleri, dış çekişmeleri, koltuk sevdalarını, gerçek milliyetçiliği, milliliği, vatan sevgisini, sevgiyi, sevdayı, fedakârlığı, vicdanı, izanı, feraseti, ahde vefayı ve bunlarla birlikte insanı insanlaştıran ne kadar güzel hasletler varsa hepsini, aynı zamanda insanı insanlıktan çıkaran ne kadar kötülükler varsa hepsini daha iyi anlar, daha iyi analiz eder, daha iyi yorumlar bir duruma geldim.
Meğer 1974?te izlediğim o miting sonrasında yapılan seçimler; Merhum Necmettin Erbakan?a seçim kazandıran, Merhum Bülent Ecevit ile onu bir araya getiren, koalisyon kurdurtan, hükümet ettiren, Kıbrıs?a Barış Harekâtı başlatan mitingmiş. Meğerse o miting, Merhum Necmettin Erbakan?ın ondan sonraki yıllarda başına geleceklerin, bu gelip geçici dünyada çekeceği ne kadar çile varsa hepsinin habercisi olan mitingmiş.
Onca çileyi çekmesine vesile olan olaylardan çok kısa bir zaman sonra bile Erbakan Hoca?nın aslında ne kadar ?önemli ve milli bir lider olduğu?, ?Ülkemizin ve milletimizin bağımsızlığının en ateşli savunucusu olan siyasi bir kişilik olduğu?, ?ona çok büyük haksızlıklar yapılmış olduğu? bizzat ona bu haksızlıkları yapanların kendileri tarafından dillendirilmiş ve ondan helallikler istenmiştir. Dünkü cenaze törenindeki görüntüler de dilenen bu özürlerin fotoğrafı, belgesi niteliğinde olan görüntülerdi.
Tıpkı onun gibi bir büyük mücadele adamı olan, Merhum Alparslan Türkeş?in cenazesindeki görüntüler gibi, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti Devletini diğer çağdaş memleketler düzeyine çıkarmak için gecesini gündüzüne katarak çabalayan ama sağlığında burnundan fitil fitil getirilmesine karşılık, Merhum Turgut Özal?ın cenaze töreninde yaşanan görüntüler gibi, tıpkı dürüstlüğün, yiğitliğin millet ve vatanseverliğin sembolü olan Merhum Muhsin Yazıcıoğlu?nun cenaze töreninde yaşanan görüntüler gibi, tıpkı kaybedilen diğer bütün değerlerimizin ardından methiyeler düzülmesi gibi şimdi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti?nin 54 ncü başbakanlığını yapmış olan Merhum Necmettin Erbakan?ın ardından methiyeler düzülüyor, gözyaşı dökülüyor ve ?onun aslında ne kadar da büyük bir insan olduğunun?, sağlığında onu seven sevmeyen, ondan nefret eden, etmeyen herkes tarafından dillendiriliyor olması ne kadar manidar bir durumdur. Aslında riyakârlığın ne kadar da revaçta olduğunun göstergesi olan bir durumdur bu durm.
Bu iki halin birisinde bir yanlışlık yok mu sizce de? Ya bu değerler yaşarlarken haklarında söylenenler doğru ya da bu değerlerin ebediyete intikal etmelerinin ardından söylenenler doğru. Ya yaşarken kendisine sarf edilen, onur kırıcı, haysiyet törpüleyici söylemler yanlış ya da cenazesinin ardından söylenenler yanlış. Her ikisinin de yanlış ya da her ikisinin de doğru olma ihtimali bulunmamaktadır. Bir adam biri nezdinde yaşarken kötü, ölünce iyi olamaz. Ya da yaşarken iyiyken öldükten hemen sonra kötü olamaz.
Bir insana yaşarken; hakarete varan, kişiliğine, aile yapısına, özel yaşantısına varıncaya kadar demediklerini bırakmayanların, şimdi ise cenazesinin ardından övgüler düzenlerin, kendi durumlarını iyice bir kontrol etmeleri gerekmiyor mu? Hiç olmazsa şu andan itibaren yanlışlar ve doğrular ikisi birlikte değerlendirilip daha sağlıklı ve doğru bir tavır içine girilmesi gerekmiyor mu?
Riyakârlığa prim verilmeden dobra dobra olunması gerekmiyor mu?
Merhum Necmettin Erbakan?ın kin ve garezden azade, insan sevgisiyle dolu olan bir kişilik olduğu; taraflı, tarafsız herkes tarafından kabul ediliyor ama bu özelliği şimdi yani öldükten sonra dillendiriliyor. Hâlbuki o, şimdi değil dün yaşarken öyleydi. Kısaca şimdi söylenenlerin hiçbir anlamı yok bence.
Allah bu memleket için, bu millet için dahası insanlık için faydalı işlere imza atan herkesten razı olsun.
Merhum Necmettin Erbakan Hoca?ya da Allah rahmet etsin inşallah.