13 Temmuz 1915?te mübarek ramazan başlamıştı. Mehmetçik savaş sırasında orucu aksatmadan tuttu. Bayram yaklaşıyordu. Seddülbahir cephesinde endişeli bir bekleyiş vardı. Seyit Onbaşı siperde nöbet tutarken yanıbaşındaki Mehmet Çavuş?a kaygılı bir sesle:
?Acaba bayram namazı nasıl kılınacak? Toplu hâlde kılarsak Fransız topçusunun hedefi oluruz. Yoksa kılamayacak mıyız??
Gelibolu?lu Hafız Rıza, Seyit?e tuhaf tuhaf baktı. Elini tüfeğin dipçiğine vurdu:
-Bana bak Seyit! O nasıl soru öyle? Ben Gelibolu?luyum. 28 yaşıma kadar heç bayram namazı geçirmedim. Çanakkale?de 9. Tümen teşekkül edince gönüllü olarak kıtaya kaydoldum. Savaşın başından beri Seddülbahir cephesindeyim, heç başka tarafa gitmedim. Ramazan başladı ve 11 Ağustos Çarşamba günü bitecek. Askerin tamamı orucunu tutuyor. Heç kimse kaçırmadı. Bayram namazını da kılarız inşallah. Gene de kumandana sormak en iyisi.
Başını iki yana salladı Seyit:
-Kumandan daha iyi bilir.
Arefe günü, cephe kumandanı Vehip Paşa, Rıza?yı çağırdı. Üzgün görünüyordu, kaşları çatıktı. Önünde cephe haritası vardı ve kalpağını masaya koymuştu. Epeyce bir vakit Rıza?yı süzdükten sonra:
-Hafız, askerin bir talebi var. Yarın Ramazan Bayramı, sabahleyin hep beraber bayram namazı kılmak istiyorlar. Eratın toplu halde bulunması tehlikeli ve düşman için bulunmaz bir fırsat. Tekliflerini kabul etmedim. Sen de münasip bir lisan ile anlatırsın!?
Rıza yıkıldı. Bunu arkadaşlarına nasıl anlatacaktı? Paşanın yanından boynu bükük ayrıldı. Birkaç adım atmıştı ki karşısına zamanın ulularından, gözü ve gönlü Hakk?a bağlanmış, ârif, zarif bir zat çıktı. Bilgide kimse onunla yarışamazdı. Develer yükü kitap okumuştu. Sohbette onu dinleyenler, yangın olsa bile sohbetini bırakıp gitmezlerdi. Bu zat o gün orada idi.
Ciddi bir ses tonuyla Rıza?ya:
?Sakın ola ki erata bir şey söyleme, gün ola, hayır ola! Allah ne derse o olur!?
Rıza, 12 Ağustos 1915 Perşembe sabahı erkenden kalktı. Ramazan Bayramı idi. Askere komutanın emrini iletmemişti. Ne olacaktı? Kendi kendini yiyordu. Komutana ne diyecekti? Asker, bayram namazını mutlaka eda edecekti... Aynı göle dökülen sular gibi; Allah sevgisinde birleşen yüzlerce asker ayakta idi. Allah huzurunda divana duracaklar ve secdeye varacaklardı. Herkes abdestini almış, sela verilmesini bekliyordu. Hafız Rıza başını havaya kaldırdı. İçi sevinçle doluverdi: Hevenk hevenk beyaz bulutları gördü. Bulutlar yere doğru yaklaşmaya başladı ve ağır ağır bir sis perdesi gibi yere çöktü. Herkes ?Allah ü Ekber!? diyerek yüzünü toprağa sürdü. Herkesin içinde ince bir huzur çiçeklenmiş, Yüce Allah?a dua ediyordu. Asker, bulutlar arasında görünmez hâle gelmişti. Rıza?nın gördüğü ulu kişi, askerin karşısına geçti; sonra o derin, o tatlı ve yanık sesiyle Fetih Sûresi?nin ilk 9 ayetini okudu. Sonra bayram namazını kıldırdı. Namaz bitiminde, yüzlerce asker hep birden:
?Allah ü Ekber Allah ü Ekber. La ilahe illellah ü vallah ü ekber. Allah ü ekber ve lillahil-hamd.? tekbirini devamlı tekrarlıyordu. Askerin beti benzi kül gibi olmuş, kimsenin yüreğinde dur durak kalmamıştı. Bu hikmeti karşısında taş olsa erirdi.
?Allah! Allah!? diyen kendinden geçiyor, sanki birlikte göklerde uçmak istiyorlardı. Allah ile bir bütün olmanın ilahî ahengi içinde varlıklarından, benliklerinden soyunmuşlar, kendilerinden geçmişlerdi.
Zığındere?nin susuz yatağında, bir alçalıp bir yükselen ?tekbir? sesleri, insanın kalbini kâh varlığın sonsuz ufuklarında koşturuyor kâh yokluğun takat getirilmez güzelliğinde dinlendiriyordu. Hak?tan başka Hak yoktu. Tekrarlanan hep buydu...
Sonra kısa bir sessizlik oldu ve arkasından düşman siperlerinden yükselen, ?Allah ü Ekber, Allah ü Ekber!? sesleri bir uğultu şeklinde perde perde bizim cepheye kadar geldi.
Hafız Rıza daha sonraki günlerde, Fransız ve İngiliz sömürgelerinden gelen Müslüman askerlerin Müslümanlarla savaştıklarını anlayınca isyan ettiklerini, bu sebeple o sabah bir emirle cepheden uzaklaştırıldıklarını bir esirden öğrenecekti.
12 Ağustos 1915 tarihinden sonra, Seddülbahir cephesinde durum oldukça sakinleşirken Anafartalar cephesinde ise kan gövdeyi götürmeye devam etti. Hafız Rıza, nur yüzlü, beyaz sarıklı, yeşil cübbeli dedeye baktı. Dede onun sırtını okşadı ve şöyle dedi:
?Evladım, bu bulutların yere indirilip sis hâlinde bize gösterilmesi ancak Hazret-i Allah?ın emriyledir, bu emir, dört büyük melekten biri olan Mikail Aleyhisselâm tarafından yerine getirilmiştir. Bu olay, Yüce Allah?ın büyük bir mucizesidir.?
Hafız Rıza, Cenab-ı Hakk?ın tecellileri karşısında mesut ve suskundu. Durmadan şükrediyordu. Sonunda Seyit Onbaşı?ya döndü:
-Cenab-ı Hakk?ın hikmetine bak Seyit. Namaz kılalım diye nasıl da sebepler halk ediyor!
-Halk etme mi hafız! Ben düşman gemisini görünce 276 kg mermiyi kaldırdım da topun namlusuna sürdüm. Hemi de bir atışta Ocean?ı denize gömdüm?
Not: Peygamber ocağı ordumuzun eski genelkurmay başkanı kendi askerimizi vurduğunu söyleye dursun. Kimi komutanlar, namaz kılanı irticacı sayıp ordudan atmayı marifet saysa da bu yurdu, cephede bayram namazı kılan yiğitler ve şehitler bize emanet etti. Millet onların yolunda yürümeye devam edecektir. (Yukarıdaki metin Matarama Kan Doldu isimli yeni çıkacak romanımdan alınmıştır. Okuyucularımızın bayramını tebrik ediyorum.)