Vaktiyle, Osmanlı Ordusu’ndaki mehter takımlarının davullarını develer taşırdı. Nitekim bu davulları yıllarca taşıyarak ihtiyarlayan bir deve azad edilir. Azad edilerek salıverilen bu deve, birisinin bostanına girip otlanmaya başlar Devenin bostanda otlandığını uzaktan gören bostancı, deveyi ürkütüp kaçırabilmek için eline aldığı küçük bir değnekle tencere kapağına vurmaya başlar. Fakat deve hiç oralı olmaz. Bostan sahibinin tencere kapağına devamlı olarak vurduğunu, devenin ise gayet sakin bir şekilde otlamaya devam ettiğini gören ve yaşlı deveyi mehter takımından tanıyan komşusu seslenir. “Yahu komşu, boş yere hiç uğraşma! O deve yıllarca davul sesi dinlemiş. Senin tencere kapağının tıngırtısı ona vız gelir!” der.
Ne diyorsunuz?
Anlaşıldı mı konu?
Anlaşıldı mı bağışıklık kazanmanın ne anlama geldiği?.
Eğer anlaşıldıysa asıl konumuza geçebiliriz, öyleyse...
Toplum olarak bizi biz yapan değerlerimizi bir bir tüketirken bize dayatılan bir yaşam tarzı mevcut.
Materyalist sermayenin elinde bulunan ve net bir ifade ile söyleyebiliriz ki; “şeytani” üretim merkezinden üretilmiş; “film, dizi, reklam, iletişim ve etkileşim araçları bize tek tip bir yaşam tarzını yıllardır dayatmakta.”
Senaryoları; cinsel ilişkilerle, son derece geniş insan tipleriyle doldurulduğu; şeytani, müptezel, hayvani objelerin öncelendiği ve önceliklerin çağdaşlık sayıldığı, mahremiyet anlayışının her geçen gün örselenir hale getirildiği bir gerçekle karşı karşıyayız.
Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ve büyük bir kısmı başörtülü olan bir toplumda; kapalı bir kadının veya böyle bir aile yapısının, bugüne kadar geniş kitlelere hitap eden herhangi bir projede (dizi, film, reklam vb.) olumlu bir rol ile karşımıza çıktığını gördünüz mü?
Çoğu dizi ve sinema filminde; “çoraplarını mı yoksa sevgililerini mi daha sık değiştirdiği” sorularının sorulmaya başlaması ve bu durumun ortaya koyduğu sonuçlar toplumsal yaşamı etkileyeme başlayınca, ancak bundan sonra sorunun nereden kaynaklandığı yeni yeni konuşulmaya başlanır oldu.
Yayında olan tek merkezden üretildiği belli olan senaryolara dikkatlice bir bakın… “Dindar, muhafazakâr, tesettürlü, inançlı, alkole karşı olan, maneviyatçı vb. insan tipinin yanı sıra, ezan, Kuran Peygamber gibi, bizi biz yapan değerler senaryolarda hiç yer alıyor mu?
Bu dizilerin; yaşadığımız günlük hayatla hiç bağdaşan yanları var mı? Bu değerler rol model olarak ele alınsalar bile; o karakterler, içi dışı fesatlık dolu, cahil, bağnaz, iki paralık, içten pazarlıklı karakterler olarak lanse edilmiyorlar mı izleyicilere?
Pekâlâ, bu propagandanın sonuçları nasıl ortaya çıkıyor?
Bize zorla dayatılan bu modern(!) yaşam tarzı bünye tarafından kabul görmeyince; Her zaman muhafazakâr yapısı ile öne çıkan Konyamız’da bile evlenen altı çiften iki tanesi boşanıveriyor.
Karısını bıçakla doğrayan adam kamerayı görünce namusumu temizledim diye haykırabiliyor.
Annesi babası ayrılan çocuklar birer suç makinesi haline geliveriyor.
Toplum da bir müddet sonra iflas ediveriyor.
Biz de; başta anlattıgım o kıssadaki gibi, dibimizde yaşanan bu ahlaksız yok edici, tek merkezden üretilen senoryoların ürünlerine karşı bağışıklık kazanıp, en ahlaksız en rezil olayları bile normal karşılamaya başlayıveriyoruz.
Bugün yaşadığımız sonuç budur işte...