Allah’tan başka her şeyin ölümlü olduğunu, bu nedenle hayatı emanet bilip büyük bir sorumluluk bilinciyle dikkatli kullanmak gerektiğini mezarlıklardan ve mezar taşlarındaki boy boy “Hüve’lbaki” lerden daha etkili bir dille kim anlatabilir?
Elbette hiçbir kimse veya hiçbir şey bu güce sahip değil; ancak İslam âlemi olarak tanımlanan bir coğrafyanın da bu fani dünya, fani ömür algısındaki çarpıklık yüzünden Allah’ın razı olmadığı bir hüvviyet taşıdıkları da acı bir gerçek.
Ömürler fani olunca bütün işlerimiz de ‘fani işler’ oluyor doğal olarak. Buradan dünyaya değer vermemeye hatta onu hafife almaya kadar uzanan ve nihayet miskinliği ve derbederliği yücelten garip bir anlayışa sahip olduğumuzu bile söyleyebiliriz.
İnanç değerlerimizdeki bozulmayı “Zavallı dini çevirdik sonunda maskaraya” mısraı ile anlatan M. Akif, 26 Haziran 1913 tarihli bir şiirinde, doksan dokuz yıl önce, ‘fani dünya’ anlayışımızdaki çarpıklığın Müslümanları nasıl bir hüsrana sürüklediğini Balkan Savaşları’nın sebep olduğu büyük acılar ve yıkımların yaşandığı zamanlarda hakikati gözümüzün içine sokarcasına dile getirir.
Mekânı cennet olsun, M. Akif’in Safahat’ının beşinci bölümü Hatıralar adını taşır. Bu bölümdeki şiirlerden bazıları bir ayetin açıklaması niteliğindedir.
Söz konusu şiirinin başında İsra suresinin “Kimin bu dünyada gözü kapalı ise ahrette de kapalı, hatta oradaki şaşkınlığı daha ziyade.” Mealindeki 72. ayetini hatırlatan şair, ‘Fani dünya’ sözünü dilinden düşürmeyen Müslümanların zamanla ne büyük bir yanılgı içine düştüklerini, inandıklarının bir temelden yoksun olduğunu sarsıcı sorularla dile getirir.
Nihayet neyse idrâk ettiğin şey ömr-i fâniden;
Onun bir aynıdır mutlak nasibin ömr-i sânîden.(ahiret hayatında)
Hatâdır âhiretten beklemek dünyâda her hayrı:
Öbür dünya bu dünyâdan değil, hem hiç değil, ayrı.
Sen ey sersem ki "üç günlük hayâtın hükmü yok" der de,
Sanırsın umduğun amadedir ferdâ-yı mahşerde; (mahşer sonrası)
Ne ekmiştin ki mahsûl istiyorsun bir de ferdadan? (yarın)
Senin meşru' olan hakkın: Bugün hüsran, yarın hüsran!
Bu satırları okurken zaman zaman Safahat’ı başucu kitaplarımızdan biri haline getirip günümüzden yüz yıl önce söyledikleriyle bugünden çok ilerde bir irfana ulaşan M.Akif’in bıraktığı doğruluk pınarından doya doya içmek lazım geldiğini düşündüm.
Bugün ellisini geçmiş yahut emeklilik yaşına gelenlere imkânı varsa hacca gitmesi ve artık fani işlerden el etek çekmesi tavsiye edilir. Akif’in cevabı serttir.
"Cihanın aslı yoktur, çünkü fânidir" diyen sersem,
Ne der "Öyleyse hilkat pek abes bir şey çıkar" dersem?
Nedir dünyaya gelmekten garaz, gitmek midir ancak?
Velev bir anlamak hırsıyla olsun yok mu uğraşmak?”
…
“Dilinden âhiret hiç düşmüyor ey Müslüman, lâkin
Onun hakkında âtıl bir heves mahsulü idrakin!”
Rahmetlinin yerden göğe kadar hakkı var. İdrakimiz tembellik üreten bir hevesin ürünü. Şimdi, burada kılını kıpırdatma, zahmet edip en bariz hakkını arama; sonra ‘mahşer günü iki elim yakanda’ deyip kurtulacağını san. Hiç mücadele etmeden yok öyle bir kurtuluş!
Bu anlayışın bizi getirip bıraktığı son durak neresi biliyor musunuz? Kanaatimce burası olsa olsa boş vermişler sokağı olur.
Yani…
Son sözü gene Akif’e bırakalım.
“Bu âlem şöyle bir rü'yâ imiş yahut muvakkatmiş...(geçici)
Evet, ukbâda anlarsın ne müthiş bir hakikatmiş!”
Selamların en güzeliyle…