banner176

BİST
ALTIN
DOLAR
STERLİN
EURO

Annesi olup da el öpme şansı olanlara ithafımdır.”

Anacığıma Mektup                                19.08. 2012

 

                CANIM ANACIĞIM,

                Bu sensiz geçirdiğim ilk bayram; buruk, acımtırak, yaslı…

                Telefona elim varmıyor ana, öteki ucunda sen yoksun diye.

                Arabaya bindim, eve geldim. Gönlümdeki ilhamları anlatmaya dilim varmıyor ana.

                Avlu kapısından içeri girdim. Her zaman oturduğun kanape, yaslandığın yastıklar, duvarlar; giydiğin terlikler kimsesiz, dilsiz, duasız…

Bu sene erik dibindeki çiçekler açmamış ana.

Saksılarda sulayıp büyüttüğün çiçeklere baktım. Toprak analık yapmış, onları besleyip büyütmüş lakin sen su veremeyince hepsi solmuş, bir kuru dal kalmış geriye.

                Komşumuzun torunu küçük Melisa’yı bilirsin. Hatice Ana gitti; bana şeker verecek, bayramda para verecek yok, demiş. O yüzen bayramlaşmaya gelmedi ana. Ebesi Naciye Hanım anlattı yemeğinde buluştuğumuzda.

                Evin üst katına çıktım, halılar, kilimler, yastıklar, minderler…

                Hepsinin üstü boş, hepsi sensiz, hepsi kimsesiz ana.

                Alt kata indim, hani namazlar kıldığın seccadeli odaya. Sen hep namazlarını aynı seccadede kılardın, hacdan getirdiğin Kâbe resimli yeşil seccadede. Yeşil tespihini çekerdin. Kaç devir tespih çektiğini bilmek için taktığın çatallı iğneli tespihi.

                O seccadede namaz kıldım, o tespihi çektim. Senin kokun var, senin duan var, senin nurun var diye.

                Odaları dolaştım. Tespihlerle konuştum. Seccadelerle hâlleştim.

                Sesini, kokunu, dualarını aradım.

                Sonunda sensizliğe dayanamadım, ağladım ana.

                Bahçeye dikip sulayıp büyüttüğün asma üzüme durmuş. Ağustos ayı ya anne. Üzümler ala düşmüş, kararmaya durmuş.

                Bahçedeki kara dut, yeşil örtüye bürünmüş.

                Badem ağacı ayrılık, erik ve pelit yas türküsü tutturmuş.

                Her birine sana sarılır gibi sarılmak istedim, senin ellerinden su içtiler diye. Sana sarıldılar, senin elini öptüler diye… Ağaçlarda insan kokusu yok ki be anne.

                Yokluğunu teselli edecek bir hatıra, bir sohbet tadı, bir müebbet muhabbet yok anne.

               Hepsi seninle güzelmiş meğer, üzümler seninle lezzetli, dutlar seninle muhabbetli, erikler seninle şerbetli, pelit seninle heybetli...          

                Sonunda evdeki yokluğuna dayanamadım.       

İbrikleri aldım, izine basa basa mezarlığın yolunu tuttum.

                Dudaklarımda Fatiha, dilimde İhlas, yolumda Yasin…

                Kara toprak, kimleri bağrına basmaz ki…

                “Hakikat ararsan bir açık nokta / Allah kula yakın, kul da Allah’a

                Hakk’ın hazinesi gizli toprakta /               Benim sâdık yârim kara topraktır.

Her kim olursa bu sırra mazhar /Dünyada bırakır ölmez bir eser,

                Gün gelir Veysel’i bağrına basar /Benim sadık yârim kara topraktır.”demiş ya Veysel.

                Saksıya ektiğin dut fidanı vardı ya anne. Onu başucuna toprağıyla birlikte dikmiştim. Ilgıt ılgıt yeşermiş, duaya durmuş.

Bahçedeki pelitten alıp saksıya aktardığın bir demek pelit fidanı vardı. Kasım ayının 12’sinde mezarının iki ucuna yerleştirmiştim. Yaprak yaprak duadalar…

Bir incecik badem fidanı, elini havaya açmış, senin diktiğin fidan anne.

Ellerini öper gibi toprağı öptüm anne. Sana sarılır gibi toprağını kucakladım. Duanı almak istedim.  “Bana dua et, hakkını helal et canım annem.” diyecek oldum.

Toprak sağır, topak dilsiz, toprak cansız, gökler sessiz, oğlun yalnız ve kimsesiz…

Başucundaki fidanları suladım, Yasinler okudum, dualar adadım. Yunuslayın mırıldandım:

“Şu fani dünyaya konup göçenler / Ne söylerler ne bir haber verirler.

Üzerinde türlü otlar bitenler / Ne söylerler ne bir haber verirler.

                Kiminin üstünde biter otlar / Kiminin üstünde sıra selviler

                Kimi masum kimi güzel yiğitler / Ne söylerler ne bir haber verirler.

Toprağa karışmış nazik tenleri / Söylemeden kalmış tatlı dilleri

Gelin duadan unutman bunları/ Ne söylerler ne bir haber verirler.

                Yunus der ki gör takdirin işleri /Dökülmüştür kirpikleri, kaşları

                Başları üstünde hece taşları / Ne söylerler ne bir haber verirler.”

                Mezarlıkta herkes ve her şey dilsiz. Ötelerin bestesini çalıyorlar, o besteyi duyan yok buralarda.

Bayramın üçüncü günü köye yemek verdik anacığım. Hani sen istemiştin. Konu komşuya yemek verin, helallik alın demiştin. Bütün köy geldi, yemek yiyip dua etti. Komşu Havva Abla, Naciye Hanım, Hamdiye Abla, kuzenin Havva Teyze… Yeğenlerin, para verdiğin çocuklar, torunların Ahmet, Nur, sevenlerin… Hepsinde senden bir hatıra, hepsinin dilinde dua…

Hepsi seni hatırlattı, hasretimi çoğalttı, özlemimi artırdı anne, sensizliğin tesellisi başka bahara kaldı anacığım. Hasretin yüreğimi deldi ana.

“Ana başa taç imiş / Her derde ilaç imiş

Bir evlat pîr olsa da / Anaya muhtaç imiş.” dedim bir kere daha.

Bu bayram pek yaman geçti ana. Ağustosta yüreğime kar yağdı. Üşüdü ellerim, ayaklarım, dondu dudaklarım… Bu köyde köy tadı yok, bu evde ev tadı. Yediklerim tatsız tuzsuz; gördüğüm, dokunduğum, senden koku var diye sarıldığım her eşya ruhsuz…

Kavuşana kadar sana dualar edeceğim, ellerinden öperim anacığım. 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.