İnsanın, vicdanının sesine uyarak yahut sağduyusunun, aklına ve iradesine fısıldadığı doğrularla doğrulabileceğini; aynı şekilde iç sesinin yanlış olduğunu söylediklerine uyarak da yamulabileceğini düşünüyorum. Buna bağlı olarak da irade emanetini kullanma tasarrufu tamamen kendisine bırakılan insanın, doğuştan özüne yerleştirilen (fıtrat) temyiz yeteneği sayesinde hangi tarafa meylettiğini bilerek harekete geçtiğini dile getiren düşüncelere katılıyorum.
Bu düşünüşe göre akil ve baliğ her insan doğruyu yanlıştan ayırabilecek bir donanıma sahip olarak yaratılmıştır.
Allah’ın elçileri aracılığıyla bilerek veya bilmeyerek hata eden beşere ulaştırdığı hakikatin özü şudur: “De ki: Size tek bir öğüdüm var: İster başkalarıyla beraber ister yalnız başınayken, Allah’ın huzurunda bulunduğunuz gerçeğini asla unutmayın.” Sebe’ 46. ayet
İnsanın unuttuğu yahut bildiği halde işine gelmediği için bilinç düzeyine çıkarıp gereğince davranmadığı gerçek budur.
Şu hikaye bu bakımdan oldukça manidardır:
Londra’daki camiye imam olarak gönderilmişti. Görevine gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyordu. Bir gün, bilet alırken otobüs şoförü yanlışlıkla 20 kuruş fazla verdi. Yanlışlığı oturup parasını sayınca fark etti.
Kendi kendine düşündü:
“20 kuruşu geri versem mi şoföre?’’
Ama içinden bir ses diyordu ki; ‘’Çok az bir para ve şoförün umurunda değil. Otobüs şirketi çok kazanıyor zaten. Sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz… Bu parayı vermeyebilirim.’’ ‘’Sanki Allah’tan gelen bir hediye gibi kabul edeyim’’ diye düşündü.
İneceği durağa gelince kalktı… Fikrini değiştirmişti… İnmeden önce şoförün yanına giderek, 20 kuruşu geri verdi ve dedi:
“Paranın üstünü fazla verdiniz.’’
Otobüs şoförü gülümsedi ve:
“-Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında sizi uzun zamandır caminizde ziyaret etmek istiyordum, İslâm’ı öğrenmek için… Bilerek size fazla para verdim. Nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim.’’ dedi.
Yeni imam inerken artık bacaklarını hissetmiyordu, yere yığılacak gibiyken bir direğe tutundu ve kendine gelmeye çalıştı. Gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne baktı ve dedi ki:
“Allah’ım az daha İslâm’ı 20 kuruşa satıyordum!”
Bir kimse hiç emeği olmadan, hak etmediği şeylere sahip olma hırsını yenemeyip haksızlık etmesinin gerekçelerini birilerine izah edebilir; ancak kendine izah edemez. Etse de iç sesi ona daima yanlış yaptığını söyleyip bir türlü yakasını bırakmayacaktır.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu doğrular evrenseldir. Dünyanın her yerindeki herkes için değişmez. İşte bu değişmez doğrular Allah’ın elçileriyle insanlara gönderdiği vahiy olsa gerek.
Vahiyle doğrulabiliriz.
Vahiyle doğrulmak…
Sözün burasında Ramazan Kayan’ın Vahiyle Doğrulmak adlı bir eseri olduğunu, Çıra Yayınları tarafından 2006’da yayımlanan kitabın tanıtımının şu güzel sözlerle yapıldığını belirtmeliyim:
“İslam’ı bir yaşam kılavuzu olarak benimseyenler için yaşadığımız dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Doğrusu insanlık tarihine hikmetle bakan bir göz için bu bakış açısı ve yaşam felsefesi gerçekten de anlamlı bir özelliğe sahiptir. Zira tarih boyunca nice büyük medeniyetler, tanrılık iddiasında bulunacak kadar güçlü ve kudretli tiranlar, tüm dünyayı elde etmek isteyecek kadar aç gözlü zenginler, kahramanlar, sıradan insanlar… Hepsi ama hepsi un ufak olmuş ve geriye hala yaşayanlar için ibret diye bıraktıkları trajik öyküleri kalmıştır…”
Hz. Mevlana diyor ki: “Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yolda giden, o eşikten başını alma!”