“Kullarıma söyle sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar.”(İsra Suresi:53)
Sözlerin hepsi aynı değildir. Bazı sözler vardır ki; söylenene şifa verir, hastayı ayağa kaldırır. Küsleri barıştırır. Kin ve buğuzları bertaraf eder.
Öyle sözler de vardır ki bıçak darbesi gibidir, öldürür, insanın iç dünyasını sızlatır. Birçok dargınlıklara, fitne ve fesada, kargaşa ve huzursuzluğa sebep olur. Söz Yunus’un dediği gibidir.
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.”
Dilin hareketinde zorluk yoktur. Atalarımız “Dilin kemiği yok” demişler.
Dil serbest bırakılırsa yalan, koğuculuk, dedikodu, gıybet, iftira, övme, yerme, iki kişi arasını bozmanın peşine düşer.
Nefis ve şeytanın teşvikiyle nice gönüller yıkar, mahremiyetleri araştırır, şeref ve haysiyetlere dokunur.
İnsan vücudunda günaha süratle hareket eden organ dildir. Ne kadar kötü ve çirkin söz varsa hepsi dil ile söylenir.
Peygamberimiz (s.a.v) “İnsanları yüz üstü cehenneme sürükleyen, dillerinden başkası değildir.” buyurur. Zaten dinimiz de “Eline, beline, diline sahip olmak” şeklinde sembolleştirilmiştir.
Dinimiz kötü ve çirkin sözleri, yani dil ile işlenen suçları yasaklamış. Bunların yasaklanmasının sebebi –herhalde- insan onur ve şerefinin korunmasıdır. Lakin toplum, incinen, onuru kırılan, hakaret gören, acımasızca eleştirilen insanlarla dolu.Sinesinde dil yarasını taşımayan kimse yok gibi.Dilin büyük sabıkalarından biri de “GIYBET” tir.
İHYA-I ULUM Cilt:1 sayfa 92 de Hindistan’da yetişmiş meşhur âlimlerden ŞİBLİ NUMANİ şu tespiti yapıyor:
“Gıybet hastalığı Müslümanlar arasında yaygın olduğu kadar, dünyanın hiçbir milletinde, hiçbir dini cemaatinde yaygın değildir. Müslümanlar kadar gıybet yapan başka bir ümmet de gösterilemez. Mümkün olsa da Müslümanlar zorla gıybetten men edilse de gıybet ortadan kaldırılsa. Müslümanların sohbetleri, toplantıları zevkini, neşesini gıybetten alıyor. Müslümanların sohbetlerinin en büyük kaynağı gıybettir.İşin en şaşılacak tarafı da ; hemen hemen her müslümanın gıybetin çok kötü ve dinen kat’i şekilde yasak (haram) olduğunu bilmesidir.”
Bu tespiti okuduktan sonra “İslam coğrafyasında Müslümanların perişan hallere düşmesinde “GIYBET” günahının da büyük payının olduğu düşünülemez mi?”
Haram olduğunu bile bile kötü ve çirkin sözleri niçin söyleri, niçin gıybet ederiz? Duyduğumuz zaman hoşumuza gitmeyecek sözlerle anılsak yani gıybetimiz edilse, iftira atılsa inciniz üzülmez miyiz? Onurumuz zedelenip içimiz sızlamaz mı? Bizi kötü sözle çekiştirenlere karşı içimizde nefret ve öfke belirmez mi?
Peki biz başkalarını kötü sözlerle ansak aynı hisleri o kimseler taşımaz mı?
Gıybet kesin olarak büyük günahlardan sayılmış “Suç araştırmayın” buyrularak hataları araştırma, yayma, kusuru yüze vurma, onur kırıp küçük düşürme yasaklanmış. Gıybet “Leş yiyene” benzetilmiş. “Çok çirkin bir iş ve iğrenç bir davranış” olduğu bildirilmiştir.(Hucurat Suresi:12)
Peygamberimiz (s.a.v) “Gıybetten sakının, çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir.Kişi zina edip tövbe eder de bir daha yapmazsa Allah(c.c) onun tövbesini kabul eder.Fakat gıybet eden, gıybeti edilen kişi tarafından affedilmedikçe günahı bağışlanmaz.” buyurur.
Keşke inancımızı hayatımıza yansıtabilsek de “ Bize yapılmasını istemediğimi biz de başkasına yapmasak” Ama ol(a)muyor. Sanki (haşa) Allah ve Rasulünün ikazına kulak asmıyor gibiyiz.
İnsanlar arasında onulmaz yaralar açan, zararı binlerce olan bu gıybet hastalığına- hacı hoca dahil- her kesimden müptela olmayan yok.
Velhasıl gıybet ve kötü sözlerle hem Allah(c.c) hakkına riayet edilmemiş, hem de kul hakkına girilmiş oluyor. Bir hak kime aitse o hakkı ancak hak sahibi affeder.Sebepsiz yere Allah’ın emrine muhalefet etmek başlı başına bir felaket.Gıybet etmekle Allah’ın gazabına uğranılacağı düşünülüp tövbe istiğfar edilmelidir.Kul hakkına ise Allah(c.c) karışmaz.Kişi gıybetini ettiği kimse ile bizzat helalleşmelidir.Rabbimizin adaletinin gereği budur.
Peygamberimiz (s.a.v) “Üzerinde kul hakkı olan ölmeden önce helalleşsin. Çünkü ahirette, altının malın değeri olmaz. O gün hak ödeninceye kadar kendi sevaplarından alınır.Sevapları olmazsa hak sahibinin günahları o kişiye yüklenir.” buyurur.
Peygamberimiz(s.a.v) : Kabir azabına sebep olan günahlar arasında GIYBET’i de saymıştır. İnsanın bedenine, ruhuna, kalbine, malına verilen zararlarla kul hakkına girildiğini bilmeyen yok.
Kendim dâhil kul hakkına giren birinin hak sahibinden helallik aldığını (istisnalar hariç) görmedim.
Eğer kötü sözlerle gönlünü incittiği kimseden helallik alan varsa “gerçek kahraman olan odur, tebrik ederiz”.Çünkü “Enaniyetlerin kalınlaştığı bu zamanda” helallik istemek zor iş.Özür dilemek “Ben senin gıybetini yaptım, hakkını helal et” demek kolay değil.Kibir ve gururlar buna müsaade etmez.
Ahir zamanda Hasan-ı Basri Hz. Gibi olmak mümkün mü?
Tasavvuf büyüklerinden Hasan-ı Basri’ye bir gün dediler ki “Falan kimse senin gıybetini etti”.Hasan-ı Basri Hz. gıybetini eden kişiye bir tabak hurma ile şu haberi yolladı. “Duyduğuma göre iyiliklerini (sevaplarını) bana hediye etmişsin, ben de sana bu hediyeyi gönderdim lütfen kabul buyur.”
Hayatta bazen tökezlememizin sebebi dil ile işlenen suçlardan dolayıdır.
Şahidi olduğum bir ibretlik olayı yazmadan geçemedim.
Başörtüsünün yasaklandığı yıllarda sohbet meclisinde bulunan bir kişi, başörtüsünü yasaklayanlara karşı sert tepki göstermediği gerekçesiyle mühim bir âlim zat’ın çok ağır ithamlarla gıybetini yaptı. Şöyle dedim “Ömrün boyunca belki o âlim zatla yüz yüze görüşmen mümkün olmaz. İhtimal ki görüşsen bile helallik istemene nefis ve gururun müsaade etmez. Senin yaptığın gıybet ve iftiranın hesabı ahirete intikal etti. Yasakçıların yaptığı zalimlikten daha büyüğüyle bir âlime zulmettin, başını derde soktun.
Çok zaman geçmedi ki gıybetçi kişi muhterem zata yakıştırdığı sıfatın çok ağır şekliyle yaftalandı. İtibarı zedelendi. İşyeri değiştirildi. İnsanlar tarafından kınandı. Sarf ettiği kötü söz döndü kendisini buldu. İnsanların duasıyla bedduası aynı değildir. İnsanın gönlü hoş tutulmalı, iç dünyasına zarar verilmemeli, boynu bükük bırakılmamalıdır. Hepimiz gelip geçiciyiz, gelip geçerken hoş bir seda ve ağızda tat bırakabilirsek ne mutlu.
İşlerinin iyi gitmediğinden yakınanlar, insanların iç dünyasına zarar vermekten kaçınmalıdır.