Hz. Ömer yol ordusuyla bir seferdeyken, geçecekleri bölgelerde veba / kolera salgını haberini aldığı zaman, derhal orduyu geri çevirir.
Bazıları, ‘Ey Emir-ul’Muminîn, Allah’ın takdirinden, kaderinden mi kaçıyorsun?’kabilinden bir sual sorar.
Hz. Ömer ise, ‘Hastalık bir kazâdır; ölüm ise, her halûkârda, kader’dir. Ben orduyu geri çevirmekle, Allah’ın kazâsından Allah’ın takdirine, kaderine sığınıyorum..’ der.
Kader ve ölüm böyle bulmuş yerini... Sadece bir örnek… Daha yüzlercesi var…
Millet olarak bir haftadır yüreğimiz yandı… Yakanlardan huzuru mahşerde şikayetçiyim inşallah…
İyi de dünya da beşeri hukuk cezasını vermeyecek mi yakanlara? Görmezler mi? Sormazlar mı? Sormuyor muyuz kendimize dünyada bizim gibi kaç ülkede bu tür facialar olur.
Mahkeme kapılarında yazılı olan “adalet mülkün temelidir” yazıyor… Gerçekten öylemidir?
ADÂLET: Her şeyin ve herkesin hakkını verme, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir, zıttı ise zulümdür.
Bu tanım ve yaşanan gerçeklere göre; beşeri sistemlerde adaletin tam olarak uygulanamayacağı kanaati gittikçe güçlendi bende…
Her şey yerli yerinde mi? Hayır! İnsaf ve eşitlik var mı hayır! Zengin fakir herkesin hakkı veriliyor mu hayır! Hayır, hayır, hayır…
Bütün bu hayırla, bana göre adaleti insanın dağıtacak olmasından kaynaklanıyor… İnsanlara adalet dağıtacak kanun ve yasaları kim hazırlıyor, bu toplumun içinden çıkan bizim seçtiğimiz insanlar…
Pekala o adalet sağlayacak olan insan kendi aleyhine olacak bir şeyi kabul eder mi? Etmediklerine göre böylesi yürek yanıkları da ancak Türkiye’de olur…
Yasalarını AB’ nin sözde İnsan haklarına göre hazırlarsan sonuç böyle olur..30bin kişinin katilini idam edemesen- çocuk katilini idam edemesen –adam öldüreni idam edemesen- tecavüzcüyü ,zinacıyı-hırsızı serbest bırakırsan ölenin öldüğü kalır. Görüldüğü gibi ölenin hakkı öldürenden alınıyor mu? Bilerek kasten bir insanı öldüren insanlar üç gün sonra sokaklarda.
Duygusal bir milletiz acımız büyük, millet olarak bir haftadır acıların en büyüğünü yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz. Acılar paylaşılarak hafiflediğini bilen milletimiz toplumun acısını kendi acısı gördü.. Kendi insanın acısını kendi acısı gibi gören milletimiz fitne fesada fırsat vermeden bunu siyasete alet etmeden “adaletli” bir şekilde bu acıları bize kim yaşattı ise onlardan hesap sormalıyız.
Devletin olay sonrası üzerine düşeni yapıyor görüntüsü vermesi adaleti sağlamıyor. Hayatını kaybeden gariban işçilerin yakınları için maddi olarak her şey yapılacaktır, yapılıyor da millet olarak bunu hep yaptık yaparız da. Ama bunlar bir yere kadar o çocukların, o annen acısını hiç kimse, hiçbir maddi varlık dindiremez.
Şu tesbiti bir yapalım Türkiye de çalışma sistemi ilk önce insan odaklı olmalı en merkezde insanın güvenliği sonrası maddi boyutu gelmedi.301 insan öldükten sonra senin madeni 125 dolardan 25 dolara mal etmen doğru bir sistem değil.
Hem 25 dolara imal eden hem de 301 kişi ölmeyecek şekilde sistemini kurman lazım bu her yerde her şeyde böyle olmanı "insanı yaşat ki devlet yaşasın."
Bizdeki ise zengini zenginleştir gariban fakir ölmüş kalmış kimene bir sistem.
Bu gün öyle değil mi boğazı tokluğuna gariban insanları ölüme gönderen sermayedarlar, en az maliyetle en çok kar elde etme sevdası ile iş yapıyor.
Tabiki boynuzlu koyunun , boynuzsuz koyundan hakkını alacagı bir günde , hakimlerin hükmedeni rahman ve rahim yüce Allah sizdende yaptıklarınızın hesabını soracak.
Başbakan’ın muhalefetin devlet büyüklerinin facia bölgesine gidip görüntü vermesi gerekir acıya ortak olması gerekir, ama yetmez.
Firma yetkililerinin gözaltına alınıp sorgulanıp serbest bırakılması üç beş yıl ceza verilmesi yetmez.
Bu millet gezide, paralelcilerin hainliklerinde iktidarın yanında durmuş olması, soma’da hükümet’e toz kondurmayacağı anlamına gelmez.
Allah'tan korkmak lazım. İnsanın Vicdanını sızlar..
Bu yaşananların hesabını millet olarak soramaz isek biz daha çok facialar görürüz.