“Tek kullanımlık ihtiyaçlar listesine ‘insan’ da eklenecek yakında!”
Yeni Şafak’ta Gökhan Özcan’ın 26 Mayıs günü yayımlanan ‘Kabukları Kim Yiyor?’ başlıklı yazısında rastladım bu cümleye.
Parayı ve tüketim çılgınlığını hayatın merkezine taşıyan vahşi kapitalizmin insanı getirip bıraktığı yeri göstermesi bakımından önemli bulduğum bu söz, bana olayın daha ileri bir aşamaya geldiğini düşündürdü doğal olarak. “Eklendi bile…” demekten kendimi alamadım.
İnsan da nesneleşti nihayet. Öyle görülmese bu kadar kolay harcanabilir miydi? Fırlatılıp atılır mıydı bir köşeye? Çöplüklerden yeni doğan bebekler, parçalanıp atılmış cesetler çıkarılmasına tanıklık etmedi mi çağımız?
Yaşlı anne-babalar her şeylerini verdikleri evlatları tarafından mümkünse huzurevlerine, olmazsa sokakların insafına terk edilmedi mi? Değil mi ki kullanıldı, atıver gitsin.
Tüketim çılgınlığının arsızlaştırdığı çocukların akıllarına gelen ihtiyaç nesnesini almayan veya alamayan annelerine babalarına nasıl baktıklarını, tepkilerini ne şekilde olduğunu gözlemliyor musunuz? Ya al, ya öl tavrı değil mi? Aklı hayra da şerre de ermeye başlayan bireyin zihin dünyasında anne- baba neyin, nelerin karşılığı olarak yerleşecek? Bu ahval ve şerait içinde cevabı kestirmek güç olmasa gerek. Anne- babalar, bulup buşurarak çocukların isteklerini karşılama nesnesidir. Üzülmesinler diye belli etmedikleri yorgunlukları, acıları evlatlarının çok da umurunda değildir.
Hayatın, vahiyle yeniden inşasına ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. İnsanın en yüce değer olarak yücelmesinin; ömrü bir süre sonra ortaya çıkacak yenisiyle sınırlı moda değerlerle değil, alemleri yoktan var eden Rabbimizin belirlediği değişmeyen değerlere tutunmasına bağlı olduğu gerçeği istesek de istemesek de esenlik yurdunun tek adresi.
Bugünün sosyo- ekonomik hayat tarzı şöyle bir tablo çıkardı karşımıza. Zikrettiğim yazısında Gökhan Özcan şu tespiti yapıyor:
“Yiyecek çok şeyi olanların açlığı, yiyecek hiçbir şeyi olmayanlardan çok daha büyük!”
Ve… Neye sahip olursa olsun, bunlarla asla yetinmeyen insana için belki kısacık bir düşünme anı olması niyetine yüzlere ayna tutma girişimi gibi bir cümle daha:
“Doymayı bilebilmek… İnsan olmaya giriş için en uygun eşik…”
Atıver gitsin. Nitekim öyle de yapıyoruz.
Değiştir!
Sıradaki?
“Nedir bu Allah aşkına? Her şey bu kadar kolay mı? Galiba Soma’yı tükettik, dibini bulduk, … “ diyen Süleyman Seyfi Öğün de aynı gün kaleme aldığı Parçalı Kırıklar Dünyası” başlıklı yazısında Gökhan Özcan’ın ‘tek kullanımlık ihtiyaçlar listesine’ gireceğinden söz ettiği insanın yaşadığı felaketlerin hatta kitlesel çapta ölümlerin bile çabuk unutuluşundan yakınıyor sanki.
“Bugünün vur patlasın, çal oynasın dünyasında acıların ilham verdiği şarkılar, şiirler, hatta ağıtlar bile şıkıdımlaşıyor… Evet geçişler her zaman sorunluydu. Geleneğin içinde bile bu böyleydi. Ama, geçişlerin bu kadar bir savrulmayla yaşandığı her halde görülmemiştir. Mesela gelenek, ölümden sonraki normalleşmeyi, “7’si, 40’ı gibi” ara geçişlerle sağlardı. … Matemler ise, acının merkezini gözden kaçırmayan, herkesin payına düşeni gösterişsiz bir şekilde yaptığı, saygılı bir sükut içinde yaşanırdı.”
İnsanların karşısındakine işi bitinceye kadar baktığı, köprüden geçinceye kadar ayıya dayı denildiği, helal ve haramla hiç işi olmayanların bu kavramları bir yakını ölünce hatırladığı, her şeyin ama her şeyin hovardaca tüketildiği bir dünyada tek kullanımlık tüketim listesine insanın da dahil edilmesinin şaşılacak bir tarafı kalmış mı?
Yazarın ‘Parçalı Kırıklar Dünyası’nda dile getirdiği onca şaşkınlık ve acıya neden olan şeyin insanlığın yaşadığı büyük sapmalar olduğu vurgusu var: “İki noktanın arasından bir doğru geçmiyor artık bu dünyada. İşin matematiği şaştı.”
Bir şeylerin çivisinin çıktığını söylüyor besbelli.
Hakkı var.
Yoksa insan bir kullanımlık tüketim listesine girecek hale nasıl gelir?
Allah’ı hesaba katılmadığı bir iş ve ilişkiler dünyasında insanın insana biçtiği değer bir kullanımlık tüketim listesine girmek oluyor nihayet.
Kulandı mı, atıverir elbet.
Selamların en güzeliyle…