Hikaye müthiş…
Ülke TV’nin Sıra Dışı Tarih programında Prof. M. Çelik’in Turgay Güler ile 04 Temmuz Cuma akşamı Oruç, Ramazan ve Kur’an Okumanın Adabı üzerine gerçekleştirdikleri sohbet kaçırılmayacak önemdeydi bana göre. Hocanın özellikle Kur’an Okumanın Adabı çerçevesinde Müslümanların Kur’an’a karşı geleneksel tavırlarını eleştirme sadedinde anlattığı hikaye, tam yerine rast geldiği için olaya çok çarpıcı bir manzara koyuyordu.
Evvel zaman içinde diyarın birinde bir Ağa varmış. Çok güzel bir çiftliği varmış Ağanın yüzlerce de marabası(çalışanı). Herkesin mutlu olduğu koca bir köymüş çiftlik. İşler hiç aksamazmış.
Bir gün Ağa kahyayı çağırmış, çok uzun bir yolculuğa çıkacağını söylemiş; çiftliğe iyi bakmalarını, döndüğü zaman her şeyin bıraktığından daha iyi, daha güzel olmasını arzu ettiğini söylemiş. Kahyaya bir de mektup bırakmış ve gittikten sonra bütün çalışanları toplayıp bu mektubu onlara okumasını emretmiş. Bir gece ağa herkesten habersiz çiftliği terk etmiş.
Sabah olunca işler başlamadan kahya, tüm çalışanları toplayıp durumu anlatmış ve mektubu okumuş. Mektupta Ağa’nın çiftlikle ilgili talimatları varmış. Yani her gün ne yapılması gerektiği; ağaçların ne zaman budanacağı, ilaçlamanın ne zaman yapılacağı, sulamadan çapaya her şey.. kısacası çiftliğin daha güzel olması için titizlikle yerine getirilmesi gereken işler yazılıymış mektupta. Can u gönülden dikkatle dinlemişler mektubu. Ağa karşılarındaymış, sesini duyuyorlarmış sanki. Çok etkilenmişler, çok üzülmüşler bu duruma ve üzüntüden birkaç gün ellerini hiçbir işe vuramamışlar.
Sonra işlerine başlamışlar ama arada bir kahyaya yalvarıp Ağanın mektubunu okumasını istemişler; çünkü mektubu dinlerken Ağayı görüp sesini duyar gibi olduklarını söylemişler. Artık birkaç dakika çalışıp Ağa’yla ilgili anılarını konuşmaya başlamışlar. Bu günlerce devam etmiş. Ağa’nın dönüşünden yavaş yavaş ümit kesilince anma günleri düzenlemişler çiftlikte. Bu anma günlerinde Ağa’dan kendilerine kalan tek somut şey olan mektubunu okumaya başlamışlar Artık herkes o mektubu kelime kelime ezbere biliyormuş.
Bir müddet sonra bu anma günlerinde mektubu en iyi okuma, en iyi yorumlama yarışmaları düzenlemişler. Törenlerde, plaketler, ödüller, unvanlar vermişler münasip gördüklerine. Artık çiftlik tören diyarı olmuş. Bu işlere kendilerini öyle kaptırmışlar ki asıl işlerini unutmuşlar. Çiçekler solmuş, ağaçlar yaşlanmış, her tarafta baykuşlar ötmeye başlamış. İşler kötüleşince kahyalar zalimleşmiş. Marabalar kamplara bölünmüş ve birbirleriyle didişmekten çiftliğe bakamaz olmuşlar. Artık çiftlik eski çiftlik değilmiş.
Bir yandan komşu çiftliklerin ağaları gözleri buraya dikmişler, bir yandan da çiftlik içindeki çekişmeler ve kavgalar bir zamanlar yalancı cennet olan çiftlikte hayatı çekilmez hale getirmiş. Çiftliğin bu hale gelmesinden kimse kendini sorumlu tutmamış.Herkes birbirini ihanetle suçlamaya başlamış.Sabahtan akşama, akşamdan sabaha herkesin elinde Ağa’nın son mektubunun bir kopyası ve herkes buradan yaptığı alıntılarla çiftliği kurtarma, birbirlerini ihanetle suçlama nutuklarıyla zaman geçiriyormuş. Nihayet bir zaman gelmiş ki, ortada ne çiftlik kalmış, ne kahya. Sadece Ağa’nın mektubunun kopyalarıyla Ağa Ağa diye dolaşıp Ağacı olduklarını söyleyen bir grup şaşkın…
Rahmet ayı Kur’an ayı Ramazan’dayız. Bu güzel günlerin bereketinden nasiplenmek isteyen milyonlar camilere koşuyor, mukabele okuyan hafızları takip ediyor, hatimler iniyor. Lakin Allah’ın kullarına emin elçileri aracılığıyla gönderdiği Kur’an’ın; onların, hayatı daha güzel, daha anlamlı, daha mutlu ve huzurlu yaşamaları için riayet etmeleri gereken en önemli ilkeler ve talimatnamelerden oluşan mesajlar bütünü olduğu ne kadar önemseniyor?
Birkaç gün önce Konya’da katıldığım bir cenaze töreninde sesi güzel bir arkadaş Kur’an okurken hafızın okuduklarının ne demek olduğunu anlamayan birçoğumuz gibi biri okuyan için “Sopa hafızı olduğu nasıl da belli” dedi. Öyle inanmıştı. Bu iş büyük eziyetler ve zahmetler çekmeyen hafızların harcı olamazdı. Sükunet gerektiren bir andaydık; sustum. Sustuğum anda Rahmetli Mehmet Akif’in mısralarını hatırladım:
“Ya bakar geçeriz nazm-ı celilin yaprağına
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için”
Kur’an’ı hayat kitabı haline getiremediğimiz sürece işimiz zor.
Selamların en güzeliyle….
07 Temmuz 2014