İnsanımızı, edindiği alışkanlıklardan uzaklaştırmak kadar zor olan bir başka konu var mıdır bilmiyorum.
Genellikle; okumaksızın, araştırmaksızın, sadece duyumla hareket eden bir toplum olduğumuzu kabul etmemiz lazım.
Bir toplulukta hele de yaşı kemale ermiş birinin, o zat hele de anlatma becerisi olan bir "muhterem" kişiyse eğer, başından geçen hikayeleri; öylesine inandırıcı, öylesine doğruymuş gibi, öylesine konunun içine çekerek anlatır ki, dinleyicilerin, söylenenleri tamamıyla doğruymuş gibi algılaması kaçınılmaz olur.
Bu anlatılanların kulaktan kulağa yayılması, artık hayatın bu anlatılanlara göre dizayn edilmesine de hazır olmalıyız.
Geçenlerde ben de bir toplum içinde bulunurken bir zat-ı muhterem tarafından anlatılan bir hikayeyi dinleme şansına eriştim.
Şöyleydi hikaye:
“Uzak ellerden birinde yaşayan muhterem bir Hoca Efendi varmış. Bu Hoca Efendinin evi; dilden dile, kulaktan kulağa dolaşan hikayeler nedeniyle tam bir ziyaretgah haline gelmiş. Bu ziyaretgaha, akın akın, kervan kervan yolculuklar yapılır, muhterem Hoca Efendiden de dertlerine deva acılarına çare umulurmuş.
Yine böyle bir amaç için, bir otobüs dolusu insan yola çıkmış ve heyecanla Hoca Efendinin ziyaretgahına ulaşmaya çalışıyorlarmış.
Yolculuğun bir yerinde, son sürat seyreylerken, tekerlerden birisi yerinden fırlayıp terk etmiş otobüsü. Şoför de bu olayın farkında olmadan yola epeyce bir süre devam etmiş. İleride bir istasyonunda trafik memuru otobüsü durdurup, şoförü aşağıya davet etmiş ve aracın eksik tekerlekle seyrettiğini ona da göstermiş.
Şoför de; kilometrelerce yolu sadece üç tekerlekle kat etmiş olduğunu görünce bayılıp yere düşmüş. Daha sonra şoför kendine geldiğinde en yakın lastik tamircisinden yardım alıp devam etmişler yolculuklarına.
Saatler sonra hedefledikleri noktaya varmışlar ve Hoca Efendinin huzuruna çıkıp dertlerini anlatmaya, ondan yardım dilenmeye başlamışlar ama Hoca Efendinin sol omuzundan itibaren kolunun sargılar içinde olduğunu görmüşler. Bunu da merak edip sormadan edememişler.
Hoca Efendi zaten böyle bir merakın farkında olduğundan anında izah etmiş vaziyeti.
“Yıllardır; akın akın, kervan kervan ziyaretçi kabul ederim ama ne yalan söyleyeyim, beni bu grup kadar yoranına hiç rastlamadım” diyerek marifetini anlatmanın huzuruyla donatmış hem kendini hem ziyaretçilerini.
Tabi bu olaydan sonra ziyaretgahın müdavimlerinin sayısının nasıl bir yoğunluk kazandığına varın siz kafa yorun.
Böyle bir toplumun uzun süre sağlıklı bir halde yaşamaya devam edeceği hususunda çok önemli kuşkularım var.
Tıpkı, düğünlerde silahına sarılıp ardı ardına ateşleyerek, çıkan sesten zevk alan, silah taşımayı ve ateşlemeyi bir ayrıcalık, bir marifet sayan, sohbetlerin temel konularını bu tür “hobilerin”, “zevklerin” oluşturduğu bir toplumda önemli problemlerin bulunduğunu kabul etmemiz lazım.
Geçtiğimiz hafta sonunda Seydişehir’de bir yakınımın düğünündeydim.
Düğün merasimlerinin, en fazla kafamı kurcalayan bölümünü, silah kullanma konusu oluşturur hep. Bu düğünde de öyle oldu.
Çocukluğumda kendi köyümde de acı bir olay meydana gelmiş ve eşimin amcası kaza kurşunuyla can vermişti. Aslında bu olaya “kaza” demek bile bu konuyu teşvik edecek cinsten bir tanımlamadır. Bu tür olaylar aslında düpedüz birer cinayet olaylarıdır.
Çünkü hiç bir kimse düğün merasimlerinde, “tetiğe bastığımda, çıkan kurşunlarla bir insan ölsün” diye düşünmez ama kurşun gider bir bedene saplanır ve genellikle de o canı teslim alır.
Bu şekilde sönen ocakların sayısı çok fazladır. Halbuki o tetiğe basılmasa, o can da yok olmayacaktır. Yani olayın bir sahibi, bir kahramanı vardır.
Kanunlarımızda ateşli silah kullanma konuları açık seçik biçimde izah edilmişken, bu olaylar 2014 yılında hala devam etmekte ve ölümler ardı ardına gelmekteyse, bu olayların kaynağını tamamen kurutmak da yetkililerin elindedir. Herkes bu konudaki yetkisini sonuna kadar kullanmalı ve o canların heder olmasını önlemelidir.
Daha bir kaç gün önce Ortakaraören Mahallemizde bir düğün merasiminde yaşanan ölüm olayı yukarıda izah etmeye çalıştığım olayın en taze örneğidir. Gencecik bir can, bir “kaza” kurşunuyla yok olmuştur.
Bu taze haberi de içine alan ve yakınımın düğününde, düğüne katılan misafirlere hitaben; “asla silah kullanılmaması” gerektiğini içeren kısa bir konuşma yaptım ve memnuniyetle şahit olduk ki, düğün merasimi boyunca silahına sarılan hiç bir kimse görmedik.
Elimde bir yetki olsa eğer, bütün yetkilerimi sonuna kadar kullanarak, ortadan kaldıracağım iki önemli hususu da burada belirtmeden geçemeyeceğim.
Asker uğurlama törenlerinde ve düğünlerde oluşturulan, bir tarafın "eğlence" olarak gördüğü ama büyük kesimleri oldukça rahatsız eden araç konvoylarıdır.
Günümüzde artık iyice abartılan bu konuların, hem can kaybına hem de mal kaybına yol açtığı, toplumda huzursuzluklar meydana getirdiği reddedilemez birer gerçeklik iken, bundaki ısrarı anlamak da zorlanıyorum.
Biz Müslüman Türk toplumu olarak yukarıda anlattığım iki olayın, genlerimize işlemiş olan dini ve milli duyguların olumsuz bir tezahürü olduğunu düşünüyorum.
Dini değerleri istismar eden, bu konuda tekerleği yerinden çıkan otobüsü omuzları üzerinde, kazasız belasız hedefe ulaştırdığını iddia edenlere duyduğumuz “saygıyı”, onların insanüstü güçlerinin bulunduğu gibi saçmalıklara yorduğumuz kafamızı, üretmeye, araştırmaya yorsak, “at,avrat, silah” üçlemesinde, “silah” kısmına verdiğimiz önemin milyonda birini; “kaleme”, “tornavidaya” versek, şu an yaşadığımız sıkıntılara da bir anda neşter vurup, “kefeni de yırtarız” diye düşünüyorum.
Tayyar Yıldırım
AT, AVRAT, SİLAH BİR DE TEKERLEK
Yorumlar
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren,
aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya
da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk
içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.