Hüznün gözyaşı, ateşten bir kor gibi gönlüme düşmektedir. Kabirler beni dünyadan ve dünyalıklardan koparmaktadır. Her kabir yolculuğumu hatırlatmakta, bir öte dünyanın hesabını içimde diriltmektedir.
Mezarda sanki hiç ölmeyecekmiş gibi bu geçici dünyaya sarılanları tahayyül edip, sanki yarın sabah erkenden, sabahın nefes almaya başladığı bir sırada, nefesimin son buluvereceğini düşündüm. Pişmanlıklar birer alev olup beynimi yakıp kavurmaya başladı.
Terliyordum, titriyordum, içim ürperiyordu..
Mezarın çeşmesine doğru ilerledim, içimde bir duygu beni çeşmeye doğru sürüklüyordu.
Abdest aldım.Dua, tevekkül, tevbe ve şükür ile abdest aldım.
Yıkanıyordum, su elimi, yüzümü, ayağımı yıkarken, nasuh bir tevbe içimi yıkıyordu, mazimi yıkıyordu. Sanki bu su, bu nasuh tevbe, İslam dışı eğitim ve öğretimin yaşantıma, düşüncelerime bulaştırdığı cahili lekeleri bir bir temizliyordu.
Dua, tevekkül, tevbe ve şükrün ılık kucağında tüm teslimiyetimle Rabbe yöneliyordum.
Kabirlere baktım. İçindekileri ve dünyadaki amellerimi düşündüm.
Yaşayanlan düşündüm, kendimi düşündüm.
Ölümlü dünyanın ölümsüz tek güzel şeyi salih amellerdi. İman edenlerin, salih amel işleyenlerin büyük ecirlere ulaşacağını biliyoruz. “Onlar Rableri katında mahzun olmayacaklardır” gerçeğine inanıyoruz!
Tabutsuz bir ölü getiriliyordu. Babasının kucağında nakışlı bir kilime sarılmış ölü çocuk. Hayatın baharında, dalından koparılmış bir gül tomurcuğu gibi 3-4 yaşlarında bir kız.
Üzerine düşen babasının gözyaşından ve geriye bıraktığı bağrı yanık anne yüreğinden habersiz, Allah'a, ahirete gidiyordu.
Acaba kalbi yanık anne “Ne olurdu onu alacağına beni alsaydın” derken, neler hissediyordu?
Birden caddeye fırlayan küçük kızının hiç mi hatası yoktu ki, hapse götürülen şoföre lanetler yağdırıyordu bu anne.
Bu ölümün hayırlara vesile olacağını, birtakım hikmetleri taşıdığını nasıl anlayabilirdik!
Baba, kendini değiştirmişti ölüm sonrasında. Annenin ısrarına rağmen şoförden davacı olmamış “Öldüren de Allah, dirilten de O. Ne yapalım, Allah'ın takdiri..” diyerek, karısının mahzun bir şekilde evde beklediği şoförü tutukluluktan kurtarıp, evine göndermişti. Şoför de değişmişti. Çarptığı çocuğu hastaneye götürürken ne dualar etmişti..
Daha sonra öğrendiklerimi de bu arada zikrettikten sonra tekrar sabinin gömüldüğü o güne dönüyorum.
İçimden cenazeye katılmak geçmişti. Ölü bir sabi idi, masumdu.
Rahatsız olduğum tek yüz, imamın yüzüydü.
Neden bir tüccar gibidir mezar imamları?
Kalpleri nasırlaşmış mıdır bu insanların?
Kalbi de yüzü gibi temiz olan bu küçük çocuk, küçücük kabrine büyük acılan arkasında bırakarak hüzünle gömüldü.
Bu çocuk; dünyanın, kendisine irin akıtan, küfür akıtan bataklığından ölmekle kurtulmuştu, kurtuluvermişti.
Ya ölmemiş çocuklar!..
Nefes alıp veren çocuklar!..
İslam fıtratı üzere doğan tüm dünya çocukları neyin, nelerin arasında, kimlerin elindeydi?
Yaşayan çocuklar için kendimi tutamadım, ölen çocuğun kabri başında ona değil, yaşayan çocuklara ağladım..
Bir çocuk ki, anne babası Allah'ı bilmez, Allah'tan başka ilahlar edinmiş..
Bir çocuk ki, babasını ayık hiç görememiş..
Bir çocuk ki, annesi para için vücudunu satıyor..
Bir çocuk ki küfürlü sözler bir dua gibi, bir alfabe gibi kendisine belletiliyor..
Bir çocuk ki, babasının “Büyük adam olma” kaprisleri arasında, baskı altında, şiddet altında..
Bir çocuk ki, babasız, yetim..
Bir çocuk ki öksüz..
Bir çocuk ki, ne annesini biliyor, ne babasını. Duygusuz, merhametsiz bir toplumun içinde yalnız, kimsesiz, itilmekte, kakılmakta..
Bir çocuk ki, kemikleri çıkmış, bir lokma ekmeğe muhtaç, açlığın, sefaletin kucağında, Afrika'da..
Bir çocuk ki, kurşunlanmış annesinin, babasının kanlı cesedi başında, kanlı annesine sanlmış, eli kan, yüzü kan ağlamakta, Filistin'de..
Bir çocuk ki, boyundan büyük tüfeği başında, eli tetikte, gözü namluda, dudağında tekbir, şehid düşen babasının yerini almış, Afgan dağlarında..
Ve dünya çocuklarının derdini dert edinmeyen dünyanın büyükleri, herhangi bir seneyi değil bütün seneleri masa başında çocuk yılı ilan etseler, bir kısmı burjuvazinin besili çocuklarını, allı, pullu renkli elbiseler içinde “Bugünün çocukları, yannın büyükleridir” diyerek kameralarda, gazetelerde, mecmualarda teşhir etseler, bunun ne önemi, ne anlamı var ki, Filistinli, Afrikalı, Afganlı ve dünyanın daha bilmem neresindeki mustazaf çocukların yanında!..
Ey ölen çocuk, ey sevgili yavrucak!. Babanın gözünde yaş, annenin yüreğinde yara bıraksan da sen kurtuldun.
Sen kurtuldun tağuttan ve tağutu yaşatan toplumdan. Sen kurtuldun sevgili yavrum!.
(1)- Mezar Notları Mehmet ALAĞAŞ