Ağırlaştın koca adam! Nasıl taşısın bunca yükü bir beden? Bu okkalı yüreği baston kullanmadan taşımak ezâ değil mi sana?
Gözlerindeki derinlikler yıldırmasın seni. Hangimizin bakışı mızrap vurabilir ki bam teline, senin ki kadar? Zaman yıldız gibi kayarken avuçlarımızdan elinde tuttuğun o köstekli saatin bir asrı hapsediyor, haberin yok. Sen hâlâ ‘zaman bizden geçti’ diyedur.
İmreniyorum sana. Dudaklarına fermuar çekip gözlerini konuşturuyorsun ya… “Takma dişler vız gelir bana. Dilim sussa; bakışlarım konuşur, yüreğim gelir dile, olmadı ovuşturduğum nasırlı ellerim dâhi bir çift kelam eder elbet.” diyen bakışına kurban.
Bükülen belinle acze düşmüş bir yığın olarak tanımlıyorsan kendini, yazık ediyorsun sadrına Üstad! Bilmez misin bükülen beller Sevgili’ye hürmettendir.
Parke parke ilerleyen adımların için hamdet, ağır adımlar ağır adamlara nasip olur , değil mi ama ?! Saçlarındaki gümüşî pırıltılar, yüzündeki ince iplikler aldatmasın seni.
Boğaz bitimine kadar iliklenmiş bir kaftan, ayağına geçirilmiş bir çift yemen ve dili dualı bir yürek on ikiden vurulmuş bir sermaye değil midir; aksini mi düşünürsün? Bir lokma, bir hırka ile dünyaları önüne sermek şahsın için daha evla değil mi?
Ufukta asılı kalan gözlerine, arşınlat erguvanî tepeleri, ki ufka heba olmasın bakışların. Toprağa dik gözlerini! Dik ki bu ruh bu tende nasıl can bulmuş, hatırla.
Velhâsıl-ı kelam, ağır yürek ağır bedende taşınır vesselam!