Şehadet bakışlı Mehmed’im,
Gözlerinde mahfi, bir muştu. Bir nişâne âşikar, soluğunda. Peyderpey beliren bir mahşer var avuçlarında.
57. Alay’ı görüyorum tennûrende. Kuşanmışsın boylu boyunca şehadeti. Bir neferin dahi sağ kalmadığı nefesi soluyorsun ciğer ciğer. Gökteki yıldız, gözlerin kadar parlamamıştır o zulmette.
Seyit Onbaşı’ya değiyor gözlerim sinene dokununca. Bir top mermisini yerinden edecek kadar iman ve itikada bürünmüş. Zafere öyle bir inançla nazar ediyor ki, Ocean’ın yedi ceddi gelse nâfile!
Sarıkamış’ı hissediyorum buz tutan kirpiklerinde. Ateşin dahi lerzan ettiği bir düzahta buzdan şerareler damlıyor kirpiklerinden. Geceyi milim indirmiyor gözlerine bir lâhza dahi.
Alçıtepe’deki şehadet tütsüsü geliyor kabzandan. Zulmün bürüdüğü adımlara etten duvar olmayı göğüsleyebilen Yahya Çavuş ve birliğinin izi mevcut çünkü mahzeninde. Öyle sıkı kavramışsın ki kabzanı, parmaklarına mıhlı sanki.
Bakıyorum da perçemlerine, bir kurban kızıllığına bürünmüş. Bir muştunun habercisi, biçilen kefenin bedeliymiş gibi sanki bu kızıllık.
Soluğunda kaybolan Hulusi Bey ve yağız atı Destan’ı arıyor gözlerim. Bataklığa saplanan topu çıkarmak için tâkâtinin üstünde kudret gösteren Destan’ı çekiyorsun içine nefes nefes. Canını vatanı için, dini için serecek kadar fedakâr bir nefes bu.
Ve görüyorum Mehmed’im gözlerindeki kanatları. Namludan başkasına kenet vurmayan bakışlarında beliren ‘Eşhedü!’ yankısını dolduruyorum kulaklarıma. Ne kadar fehmini çözemesem de, bir muştunun sevinci var göz kapaklarında. Kabzanda aldığın teyemmüm bunun bir nişânesi değil mi ki?!
Muştuya mazhar çehreli Mehmed’im,
Lisanım el vermez amma, ferah tut sineni. ‘Geçilmezlik’ prangasını vurdun ya Çanakkale’ye. Öyle bir pranga ki, boynuna geçiren esaretten kurtulur, yıkar bendini.
Mehmed’im,
İnşirah insin kudsîyete bürünen yüreğine. Çünkü arşta bir hilal, vuruyor ziyasını kabzandaki teyemmüm izlerine. Sen ferah tut sineni Mehmed’im, ferah tut!
“Ruhunuz Şâd, Mâkâmınız Âli Olsun…”