Küfür, halk arasında “sövme” de denilen bir söylem olup, bu söylemin kötülüğünün ispatı olarak; “Allah’ın varlığı, birliği gibi, dinin temellerinden sayılan inançları inkar etmek” anlamına da geliyor. “Kafir” , “küffar”, “zalim” “küfürbaz” gibi ne kadar kötülük içeren ifade varsa, “küfür” ile yakından alakalı olup, her neresinden bakılırsa bakılsın, ele alınmayacak, yüzüne bakılamaycak nahoş bir durumdur...
İyi ahlak, incelik, zerafet, terbiye gibi güzlelikleri “toplum töresine uygun davranma” kuralıyla açıklanan, dudaklar arasından süzülüp çıkarken bile insanın bedeninie yayılan tatlı bir raheveti, seher yelleriyle yollanan serinlikleri lütfeden, söylenirken bile insanın yüz ifadesine güleryüzllük damgasını vurduran, güzel hasletleri içimizde barındırmaya sebep olan EDEP gibi bir haslet dururken, “küfür” denilen necaseti, “sanat” denilen izafi tanımlamaların içine monte edip, güzelliklerle savaşma ihtiyacı içine girmenin, sanırım akıl ile açıklanabilir bir tarafı yoktur.
Daha açık bir ifede ile, “küfrü”; sinema, tiyatro ya da diğer bir takım sanatsal faaliyetlerin içine serpiştirerek, toplumlar üzerine boca etmenin, Müslüman Türk Milletinin, daha geniş bir ifade ile tüm yaradılmışların, dünyaya güzel gözlerle, tertemiz yüreklerle bakma arzularının önüne set çekme girişimleri olarak da ifade edebiliriz.
Yunus Emre;
“Edebim el vermez edepsizlik edene...,
Susmak en güzel cevaptır, edebi elden gidene” diyerek, çok anlamlı ifadelerle küfre hizmet edenlere gerekli cevabı vermiş gibi görünse de; aslında bu tür davranışlar ve söylemler bile artık “küffarın” önünü kesemez bir hal aldığını, üstelik de tam aksine onlara cesaret verdiğini göstermektedir.
Küfür ehli; küfürbaz bir toplum meydana getirme gayretlerine, Yunus’un bu sözlerinden bile cesaret alarak son sürat devam etmektedirler. Biliyorlar ki; “küfürbazlık” sadece kendi tekellerinde olan ve toplumun temel dinamiklerine dinamit koyan bir unsurdur. Çünkü amaçları önünde, başkaca bir engel bulunmamaktadır.
Öyleyse ne yapalım?
Küfürbazın, kendi anladığı dilden hareketle biz de onlara, onların diliyle mi mukabele edelim?
Elbetteki böyle bir tavır tam da onların istediği bir tavır olur. Küfürle mukabele, onların “küffar ordusuna” yeni üyelerin, yeni askerlerin dahil edilmesi demektir ki, bu tavır onların işlerini kolaylaştıran bir tavır olur.
Hz. Al. (r.a); “Edep, aklın suretidir” diyor... Düşün düşün mana ver.
Ziya Paşa; ise;
“İlim meclisine girdim, kıldım ilmi talep...
İlim ta gerilerde kaldı, illa edep, illa edep” diyerek, edebi, ilimden bile ön sıraya koyuyor. Çünkü edepsizlik içinde ilim talep etmek, edepsizlikle ondan stifade etmek, balçıktaki su birikintisinden su içmeye benzer.
Ne yazık ki toplumumuz; renkli şeylere, süslü püslü görsellere, içeriğine bakmaksızın kayıtsız ve şartsız teslim ediyor benliğini...
Sahneye çıksa birisi, güzel güzel başlasa sözlerine, salondakilerin alkışlarına kaptırıp da kendini ağzından küfürler sarf etmeye başlasa, salon, aynı arzu ve iştiyakla onu onore etmeye, onu alkışlamaya devam ediyor.
Halbuki, bir kere bile onun edep dışı sözlerine tepki verip susuverse, işte Yunus’un baş taraftaki sözlerinin icabını yerine getiriverecek ve bir daha hiç kimse toplumun karşısına geçip sinkafta bulunamayacaktır.
Aslında salondakiler, daha fazlasını yapıp, onu sahnede kendi başına bırakıverseler, o gün dünyanın gidişetını terisine döndürüverirler...
Tonlarca mühimmatın, sayısız silahın, binlerce bombardıman uçağının yapamadığı tahribatı, zihinlerde, ağzını bozarak yapmaya gayret edenlere verilecek en büyük ders, onun yüzüne bir kez olsun tükürmekle sağlanır, eminim.
“Ey edebine hayran oIduğum yar! BiIir misin ki, sendeki edep seni sevmeme sebep.”
Bitirdim...
Tayyar Yıldırım