“Hain içeride olursa kapı kilit tutmaz” demiş atalar.
İstediğimiz kadar komplo teoriler üzerinde kafa patlatalım, günler geceler boyu stratejik düşünce üretenlere kulak verelim; nihayet yaşadığımız acı gerçeği, binlerce yılın deneyiminden süzülüp gelen bu sözden daha açık, daha yalın anlatanını bilmiyorum desem yeridir.
Her dert bir yana, memleketimizde yıllardır en masraflı, en can yakıcı problemlerin başını bana göre iç güvenlik meselesi çekmektedir. Kapıları hangi kilitlerle tahkim edersek edelim hain içeride oldukça her an can evimizden vurulmaya amadeyiz demektir ki yaşadığımız elim olaylar, bu olaylar sebebiyle yapılan yorumlar hep bu acı gerçeği haykırır niteliktedir; lakin evrende değişmeyen gerçek şu: Bir gerçeği seslendirmekle yürek yangınları söndürülmüş olmuyor, sadıra şifa olmuyor.
Nitekim devletin en tepe noktalarından terör eylemlerine dair neredeyse her gün bu minvalde beyanatlar yapılıyor. Doğruluğuna zerrece şüphem yok; lakin neye yarıyor? Koca bir hiç! Konuş konuş faydasız.
Her gün herkesin önünde cereyan eden olayları herkes gibi ben de görüyorum. Görüyor ve biliyorum ki en bariz suçlar cezasız kaldıkça suç işlemeyi yaşama biçimine dönüştürmüş olanlar cesaret kazanıyor, ihanetin boyotları da tahammül mülkünü cayır cayır yakmaya eviriliyor.
Neden mi? Nedeni bana göre hukukun hakkıyla işletilememesidir. Çünkü dönem dönem suçlar ve cezalar adamına göre değişen bir mahiyette tezahür edebiliyor. Gün oluyor, incir çekirdeğini doldurmaz bir suç abartılarak sahibini ipe götürecek bir pervasızlıkla sunulabiliyor halka; gün oluyor, idamlık suçları herkesin gözünün içine baka baka işleyenler ellerini kolarını sallaya salaya dolaşıyor ve bunun hiçbir karşılığı olmuyor. Bu tezadı yani hukukun adamına göre uygulandığını 19. yüzyıl şairlerimizden Ziya Paşa Terkib-i Bend’inde şu biçimde seslendirir:
“Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cayı kürektir”
Yani çok çalanlar şeref makamlarında, başlar üstünde tutulup itibar görürken irtikap ettiği birkaç kuruşu geçmeyen suçluya verilen ceza kürek mahkumluğudur.
Halkın hizmetinde olması gereken belediyelerin imkanları terörizmin emrine girip direniş hendekleri ve tüneller kazmaya seferber edilmişse, anayasaya sadakatten ayrılmayacaklarına dair yemin etmiş vekiller teröriste gıda ve mühimmat taşırsa, sözde aydınlarımızın dilleri ve gönülleri bölgeyi parçalamak isteyen dünkü işgal kuvvetlerinin aklına göre laf üretir hale gelmişse böyle bir evin kapılarına kilit taksan ne yazar? Yahut vakıanın acılığını Ziya Paşa’ın dilinden ifade edip sormak gerekirse “Böyle gecenin hayır umulur mu seherinde?” mi demeliyiz.
Hem öyle böyle bir ihanet değil ulusal çapta ve uluslar arası destek bulmuş bir ihanet bu, arsızlıkta sınır tanımayan. Hani M. Akif merhumun “Şarka bakmaz, garbı bilmez, edepten yok payesi
Bir kızarmaz yüz, bir yaşarmaz göz bütün sermayesi” beytinde tanımladığı cinsten. Böyle olunca belayı defetmek yazık ki o kadar kolay olmuyor. Müşkülat o denli içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Çaresi tanımaktan geçiyor. Tanımak... Üstad Necip Fazıl’ın Geçliğe Hitabe’sinde özlemini çektiği gençliğin özelliklerini belirtirken ‘zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar’ benzetmesiyle ifade ettiği keskinlikte bir farkındalığa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. İçimizdeki ‘engerekleri ve çıyanları’ bir iyice tanımadan fitne ateşleri sönmeyecek, yangınlar bitmeden de memleket ve millet huzur denen nazenine kıyamete dek hasret kalacak demektir.
Bir bilgenin şu özdeyişiyle bitiriyorum:
“Fenalıkların ilki ve en büyüğü haksızlıkların cezasız kalmasıdır.” Eflatun
Selamların en güzeliyle...
H. Halim Kartal