Kıymetli kardeşlerim! Bedeli cennet olan Ramazan ayı bizlere İslam âlemine, zulme uğrayan tüm mazlum ümmete, Rahman olan, Rahim olan, Settar olan, Ğaffar olan, Ğani olan, Kerim olan, settar olan, istediği zaman istediğini verme ve alma gücüne sahip olan yüce Allah (c.c.)’ı zikrederken; bizi ‘İKRA’(Yaratan Rabbinin adıyla oku. İnsanı yapışkan bir hücreden yaratan…) emri ile kendine muhatap edip, namazı ile huzuruna kabul buyuran, secde ile kendisine yakınlaştıran, dua ile istetip istediğimizi verene binlerce hamdler; gözümün nuru buyurduğu namazı miraçta layık olduğumuz ümmetine hediye getiren Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’ya selat ve selamı arz ederken, Rabbim (c.c.)’den dinimizin temel taşlarından biri olan Ramazan ayını bizlerden memnun ve hoşnut olarak uğurladık.
Hiç şüphesiz din insanoğlu içindir. İbadetlerde Allah (c.c.)'ın değil insanın çıkarı vardır. Çünkü muhtaç olan insan, ihtiyaç giderense Allah (c.c.)'tır. Allah (c.c.) insan ilişkisinde ibadet insanı kendisine ulaştıran bir bilinçtir. Bu bilinç de takvanın taaa kendisidir.
İnsan yeryüzündeki varoluş amacını, ancak vahyin inşa ettiği bir bilinçle en iyi bir biçimde gerçekleştirebilir. Bu bilince ulaşması için insanın, önce kendi anlam ve amacı üzerinde ciddi bir biçimde düşünmesi gerekmektedir. Çünkü insan hiç amaçsız olamaz! Ortalama ömrü 60-65 gün olan bir arının dahi bal yapmak gibi muhteşem bir amacı olsun da, yaratılanların en üstünü, şaheseri olan insanın bir amaca ulaşmaması ne gariptir değilmi dostlar!
Ramazan, işte bu çağrının öznesi olan Kur'an'ın ‘DOĞUM AYI’dır. Üstad Bediuzzaman Hz.leri sözlerinde şöyle buyuruyor: “Din hayatın hayatı, hem nuru hem de esası, ihyayı din ile olur şu milletin ihyası.” Din nedir derseniz. Din Kur’andır. Din Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v.)’dır. Öyle ki Ustad Bediuzzaman Hz.lerinin ruhaniyetinden izin isteyerek bu sözü şöyle de söyleneceğini zan ve ümit ediyorum; “Kur’an hayatın hayatı, hem nuru hem de esası, ihyayı Kur’an ile olur şu milletin ihyası.” Hz. Muhammed (s.a.v.) eğer bir kitap haline gelseydi Kur’an olurdu. Kur’anı da eğer canlandırabilip de bir insan suretine koyabilseydik o da Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v.) olurdu.
İşte bu doğumun oruçla kutlanması, aslında vahyin çağrısının ruhuyla mükemmel bir uyum arz eder. Çünkü oruç, insanın insan tarafını geliştirip hayvani tarafına ‘DUUUUR’ demesidir.
Ramazan hem oruç ibadetiyle bir nefis ve ruh terbiyesine, hem de vahiyle bir tasavvur ve akıl terbiyesine dönüşmelidir. Ancak o zaman amacını gerçekleştirmiş olur. İbadetler insanın yaratıcısı olan Hz. Allah (c.c.)'a gönderdiği birer mektuba benzerler. İçi boş bir zarfın adresine ulaştığını düşünsek bile, bu muhatabı tarafından kal’e alınacak bir mesaj olmayacaktır. İşte içi boşaltılmış ibadetler, böylesi içi boş bir zarfa benzerler.
Malumunuz olduğu üzere her toplumun, kendi inançlarına göre bayramları olduğu gibi; İslam âleminde kutlanan biz ümmetin de iki bayramı vardır. Biri Ramazan diğeri de Kurban bayramı. Haaaa tabi kimileri için Ramazan Bayramı ‘ŞEKER’ bayramı olduğunu unutmayalım.
Ramazan bayramı, oruçla, namazla, infak ve ikramla Allah (c.c.)’a yaklaşan, sosyal dayanışma içinde zenginin fakirin haliyle hallendiği bir ortamın sonucunda hak edilen İlahi bir armağandır. Ramazan’daki kulluk okulunun diploma törenidir. Her ne kadar Peygamber’e, dine, ezan’a utanmadan arlanmadan neidiğü belirsiz kişilerin, müslümanların çoğalmasında korkan hainlerin zehirlerini kusanlar olsa da! Bizde şu veciz sözle ‘Mürekkep cahillerini kendi hallerine bırakmak gerekir’ cevap veripdoğru istikamette yürüyerek Rabbani ve Peygamberi bir seda ile Bilali Habeşi ve Davudi bir seda ile Allah’u ekber, Allah’u ekber! Allah’u ekber! Nidalarıyla getirilen tekbirler de bu coşkunun dış âlemle paylaşılmasını sağlayalım.
Bu özel namaz ve tekbirler, benzetme yerinde ise, yaratıcı ile bayramlaşmadır. Namaz ve bu güzel randevudan sonra insanlar arası bayramlaşma başlar. Önce aileler, akrabalar ve daha sonra bütün müslümanlar birbiriyle bayramlaşır; sesli tekbirler şeklindeki sloganlar da tabiattaki diğer varlıklarla bayramlaşma, selamlaşmadır. İç dünyamız bayrama kavuşur. Sevincin en yüksek doza çıktığı bu günlerde ölüm ve ölüler de unutulmaz ve unutulmamalıdır. Her ne kadar kabirdekilere (ölülerine) kıymet verenler olmazsa da… Diğer âlemde yaşayan akrabalarla bayramlaşılır. Bayramlar sıla-i rahmin icra edilmesi şeklinde yaşayan dostlarla beraberlik olduğu gibi, hayattakilerle ölüler arasında da bir köprüdür. Böylece müslümanın sevincine tatlı bir hüzün ve ölüm ötesine ise büyük bir duyarlılık katılacaktır. Bu bayram gününde de boğazımıza dizilen acı bir soru kâfirlerin, yahudilerin emrinde ve onların oyuncağı konumunda, çeşitli zulümlere muhatap olan Filistin’de, Gazze’de, Irak’ta,Doğu Türkistan da, Myammardazulme uğrayan müslümanların zillet içinde yaşayan dünya coğrafyasındaki çocukların dalının, kolunun, fidelerinin, budandığı, GELİN-KIZLARIN GİYSİLERİNİN kirletildiği, anne - babaları şehit edildiği, çocukların yetim kaldığı “ELEM YECİDKE YETİMEN FEAVA”yı okuyan insanlar, kolları ve bacakları budanmış delikanlıları, boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları, gözleri uyur gibi kapanmış ve kan pıhtıları içindeki çocukların,“Bayram gelmiş, neyime, kan damlar yüreğime, anam anam garibem!” Diye feryadı figanı koparan zülüm ve işkenceler altında, inim inim inlerken, ne Bağdat’tan, ne Şam’dan, ne Kahire’den, ne Mekke’den, ne Konya’dan, ne İstanbul’dan, ne İzmir’den, ne Van’dan, ne Buhara’dan bunca telefon direğine rağmen birbirlerini yıkım’ın, kıyım’ın dışında duymayan önemsemeyen, yapılan zulümler karşısında tarafsız olmalıyız cahiloğlu cahil diyen günümüzün müslümanları, nasıl sevinip bayram yapsınlar, bayram yapmaya haklarının olduğu halde! Oysa esas bayram, gerçek bayram; islam’ın her şeyimize, bireysel, sosyal ve siyasal hayatımıza hâkim olmasıyla, Allah (c.c.) hakkıyla kulluk sergilememizle ortaya çıkacaktır.
Bayramlar, Allah (c.c.)’a yaklaşmanın sembolleridir. Esas bayram, zalimlerin müslümanların hayatlarını cehenneme çevirdiği dünyayı kardeşçe yan yana, omuz omuza, ayrılık değil birlik, kargaşa değil dirlik, ırkıyet değil kardeş olunduğunda, hayatın cennete benzediği ve cennet hak edildiği gün olacaktır. Ve Olmalıda İNŞAALLAH…
Bayramlar Allah (c.c.)’a kulluğun neticesidir. Tüm vücuduna ve nefsinin arzularına oruç tutturan ve kendini Allah (c.c.)’a adayıp nefsini ve sevdiklerini kurban edebilenlere Allah (c.c.)’ın birer lütfudur bayram. Bu anlayıştan uzak yaşayanlar, ramazanın, orucun semtine uğramayanlar, mazeretsiz utanmadan oruçlarını aşikare yiyenler için olsa olsa ŞEKER BAYRAMI!.. Olarak kutlarlar. Merhum Efe Muhammed Lütfi:
“Can bula cananını Bayram o bayram ola
Kul bula sultanını Bayram o bayram ola!”
Kimi insanlar için ramazan geçmiş bir yılın yüreklerinde oluşturduğu kiri, isi, pası temizlemek ve gelecek bir yıl için de manevi enerji depolamak için gayret günleri, kimileri için orucun semtine uğramadan, teravihlere uğramadan, en rezil eğlencelerle müslüman mahallesinde tabiri caizse salyangoz satmayı adet edinmeleridir. Dolayısıyla dünya, hayatının HASAT MEVSİMİDİR Bayramlar. Bu dünyaya hayat-memat diyoruz ya, yani hayat canlı, memat ölü. Hayatla can iç içe. Hayatla ölüm iç içedir. Ceset ölü, ruh bakidir. Ölüm, tebdili mekândır; yani dünya şehrinden ahiret şehrine göçmektir. Maddi hayattan manevi hayata geçmektir. Bu geçiş merdiven basamakların biri olan Ramazan’ı “diyet ayı” ya da geleneksel festival olarak algılayanların, mazeretsiz oruç tutmayanların ŞEKER BAYRAMI! Ramazan’ı ilahi gündem olarak algılayanların “RAMAZAN BAYRAMI” kutlu ve mutlu olsun. Ramazan’ın maddi-manevi zorluklardan sonra duygusal neş’eye ve bir gün bu dünya gül bahçesine dönecek çünkü kendinizin değil bu topraklarında BAYRAMA SUSADIĞINI UNUTMAYINIZ. Sonuçta; Sultan Süleyman’a kalmayan, Dünya bize mi kalır. Bu böyle biline! Selam ve dua ile…
Yusuf ÇAKICI
Yalıhüyük/ KONYA